Aşırı üretmek, aşırı tüketmek

Geçen yüzyıl, modernleşmenin fırtınalar estirdiği bir çağdı. Bu çerçevede daha fazla tüketmek de modernliğin bir unsuru olarak anlaşıldı. Giderek günlük yaşantımız, doğallık dışında yapay olarak üretilmiş ürünlerle doldu. Genetik olarak değiştirilmiş gıdalarla bu durumu hâlâ yaşamaya devam ediyoruz. Plastik gibi buluşlara alkış tutan tavrımız, bu tür sentetik maddelerin insan sağlığına ve doğal yaşama olabilecek zararları ile dikkatli ve seçici olmaya dönüştü. Son yıllarda sadelik ve doğal ürünlere geri dönüş konusunda ciddi bir eğilim oluştu.

Doğallığa geri dönüşle birlikte; alternatif tıp arayışlarının da derinleşip çeşitlenmeye başladığını gözlüyoruz. Her ne kadar alternatif tıp başlığını abartarak doğallığın tadını kaçırmaya başlasak da; bu yönlü gelişmeleri takdirle karşılamak lazım. Ama alternatif tıp maskesi altında ilaç endüstrisinin yeni bir tüketim alanı yarattığını da gözden kaçırmamak gerekli… Bitkisel ürün başlığı altında insanlar, biteviye yeni ilaçlar tüketmeye teşvik ediliyor.

Kapitalizmin sürekli olarak yeni ihtiyaçlar üretme çabası her zaman olacaktır. Çünkü daha çok satış ve daha çok kâr üzerine kurulmuş bir ekonomik model varlığını başka türlü sürdüremez. Ama bu süreçte doğal yaşama geri dönüşü de sıcak karşılamak ve desteklemek gerekir. Geleceğin temel eksenlerinden birinin sadelik ve doğal yaşam olacağı –olması gerektiği kanaatindeyim.

Bugün sivil toplum kuruluşlarını ayırt ederken; bu örgütlerin toplumsal yarar üretmeleri ilkesinden özenle söz ediyoruz. Diğer yandan; ekonomik işletmelerin sosyal sorumluluk anlayışı da bu dönemde ısrarla andığımız bir diğer yaklaşım oldu. Dünyayı yok ettiğimizin ve yaşam çevremizi hızla yaşanamaz hale getirdiğimizin farkına vardığımız zamandan beri toplumsal yarar olgusu daha önemli hale geldi. Bu çerçevede hem bireysel hem de grupsal yaşamımızda kendimiz için daha doğaya dönük yeni anlamlar arıyoruz. Sanayi Toplumu’nun barbarca tüketmek düşüncesinden daha sürdürülebilir bir yaklaşıma geçme konusunda adımlar atmaya çalışıyoruz.

Geleneksel iletişim yaklaşımlarımızı giderek yitiriyoruz. Bayram ziyaretleri ve toplu kutlamalar her geçen gün daha az ilgi görüyor. Geleneksel değerlerimiz ve davranış biçimlerimiz, bir fast-food yaşamı içinde tüketilip gidiyor. Diğer yandan bilişim ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler, iletişimde yepyeni açılımlara neden oldu. Adeta fiziksel sınırlar ortadan kalktı ve sınırsız bir iletişim modeline geçildi. Muhtemelen bu yeni durum, sosyal ve kültürel yönden geleneksel olanı ikame edecek yeni tarzlar geliştirmemize vesile olacak.

Bazen postmodern olarak anılan bu çağda; kimlikler konusunda fikri değişime uğradık. Bazı kimlikleri üstümüzden atarken, özellikle etnik, kültürel ve inanç temelli alt kimliklerimizi daha fazla ön plana çıkarmaya başladık. Bunda küreselleşmenin yerel ve özgün olanı hızla yok etmeye başlamasının etkisi var. Küreselleşme olgusu dünya halklarının kültürlerinde bir aynılaşma yaratırken, buna tepki olarak alt kimliklere dönme eğilimi oluştu. Ama bu duruma kilitlenip kalmamak lazım… Muhtemelen sürecin ilerleyen aşamalarında kimlikleşmenin yeni biçimlerini görebiliriz. Ama alt kimliklere geri dönüşün, farklılıkların zenginliği olarak isimlendirilen bir bakışa yol açtığını da görmeliyiz. Farklılıkların doğru kavranması, aynı zamanda ayrımcılık sorununun giderilmesi sürecinde de olumlu etkiler yapıyor.

Yaşadığımız dönemin, netleşmenin henüz oluşmadığı aktif-kompleks bir zaman dilimine denk düştüğü kanaatindeyim. Ama bu dönemde belli başlı eğilimlerin tespiti, geleceğin doğru kavranıp öngörülmesinde çok değerli olacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi