Boş ev

Aristo, bir gün Atina'da bir meclise uğramış. Yaşlıların oturduğu masadan Aristo'ya seslenilmiş.
"Ey Aristo gel de masamızı şereflendir!"
Aristo yaşlıların masasını selamlamış, ama bu masaya oturmaya pek de niyetli değilmiş. Zira yaşlıların bütün sohbetleri; geçmişte yaşadıkları, hastalıkları ve ölüm üzerineymiş.
Bir köşede yer alan Atinalı balıkçıların davetini de nazik bir şekilde reddetmiş. Zira onların da konuşmaları, deniz maceralarından öteye geçmiyormuş.
Bunun üzerine köşede yalnız başına oturan yakışıklı, şık giyimli bir delikanlının yanına doğru yönelmiş. Çünkü; "Gençlik bulaşıcı bir şeydir; diğer insanlara da gençlik ve güzellik bulaştırır," diye düşünüyormuş.
Aristo, ilk önce gencin okumaya olan yatkınlığını anlamaya çalışmış; ona kitaplardan bahsetmiş.
"Dostum, Eflatun'un ideler âlemi fikri hakkında ne düşünüyorsun? Terentus'un Hadım ve Çömlek oyunlarını okudun mu? Fakat Aristo hangi eserden bahsederse bahsetsin, genç boş boş 56 bakıyormuş. Daha sonra Aristo, hayat, ölüm, ihtiyarlık, dostluk, iyilik ve kötülüğün anlamı gibi konularda genci yoklamış, ama hiçbir yanıt alamamış. Üstelik düşünülmesi gereken yerde gülerek kafa sallıyor, gülünmesi gereken yerde de düşünüp duruyormuş. Sonunda iyiden iyiye canı sıkılan Aristo, kibarca delikanlının yanından uzaklaşmış.
Dışarıya doğru giderken kendi kendine şöyle demiş:
"Yazık, çok güzel bir ev, ama ne yazık ki içinde hiç eşya yok, bomboş."
Geçenlerde, "Acaba 2500 yıldan bu yana değişen bir şey var mı?" diye düşünerek bir "cafe"ye gittim. Saçları çok güzel taranmış, çok pahalı bir parfüm sürmüş, son moda bir gömlek ve çok pahalı bir markadan pantolon giymiş, önünde en pahalı sigaranın ve Zippo çakmağının yanında, en iyisinden Wap'h bir cep telefonu olan yakışıklı bir delikanlının yanına oturdum. Biraz hâl hatırdan sonra kitaplardan bahsetmek istedim. Çehov'u hiç duymamış, Dostoyevski mi, o da kim? "Doğan Cüceloğlu'nu tanımam, ama Doğan isminde bir ilkokul arkadaşım var," dedi. "Amin Malouf mu? Hiç duymadım."
Yaşam, ölüm, ölümsüzlük; bunları geçelim efendim.
Oradan üzüntüyle kalktım ve olanları çok bilgili olduğuna inandığım bir arkadaşa anlattım. O da bana dedi ki: "Sen, yüzü güzel olanların beyni de güzel olur, diye düşünüyordun herhalde. Şu öyküyü bilseydin bu duruma hiç şaşırmazdın aslında:
"Eskiden güzellik ve çirkinlik birbirinden net bir şekilde ayrılıyormuş. Bir gün güzel ve çirkin bir göle girmişler. Çirkin gölden erken çıkarak güzelin elbiselerini giymiş ve oradan uzaklaşmış. Elbette güzele de çirkinin banal ve sıradan elbiseleri kalmış. O günden bu yana insanlar güzel ve çirkini karıştırır olmuşlar."

Önceki ve Sonraki Yazılar
AKTÜEL Arşivi