
Gürcan Banger
Bugün 1 Mayıs
1 Mayıs, genel anlamda çalışanların hak, özgürlük, daha adil yaşam ve çalışma şartları için verdikleri mücadeleleri simgeleştiren bir gündür. Bu özel günün baskıcı uygulamaların ve hatalı politikaların yükseldiği dönemlerde daha siyasal bir içerik kazandığı görülür. 1 Mayıs, emekçilerin her anlamda ihtiyaç, beklenti ve taleplerini ifade ettikleri bir fırsat olmuştur.
Kötü çalışma şartlarına ve insanca yaşama imkân vermeyen geçim düzeyine karşı ideolojik zeminli itiraz özellikle 19’uncu yüzyılda çok yönlü yükselir. Bugün emeğin konumu, o dönemki yükselişin ideologları olan Marks ve Engels’in 19’uncu yüzyılda ele aldığından biraz daha farklı… 20’nci yüzyılın ikinci yarısında yaşanan bilimsel ve teknolojik değişimler, emeğin ve emekçinin konumunu hayli değiştirdi. Dolayısıyla emeğin mücadelesi ile ilgili örgüt, politika, strateji, yöntem ve tekniklerde de değişime gerek var. Diğer yandan maliyet düşürmeye ve katma değer artırmaya yönelik kalkınma ve gelişme politikaları, ‘istihdamsız bir iş dünyasını’ yaygın hale getirmeye başladı. Özellikle büyük ölçekte genç nüfusa sahip ve işsizliğin yüksek olduğu ülkelerde bu durum çok daha ciddi bir sorun olarak duruyor. Gelişmiş ekonomilerde sanayinin ufkunda “ışıksız (karanlık) fabrikalar” bir seçenek olarak netleşmeye başladı.
Küreselleşme denen çok boyutlu olgu, kapitalizmin olağan bir unsuru olan krizleri de daha küresel hale getirmeye başladı. Dünya pazarlarının bütünleşmeye başlaması ve finansın daha akışkan ve küresel hale gelmesi ile önceki dönemlerde yerel veya bölgesel olarak ateşi söndürülebilen krizler, artık küresel boyuta taşındı. Bölgesel savaşlar, çatışmalar ve terör krizlere eklemlendi. Bu nedenle kapitalizmin ekonomik beklentilerini karşılamaya devam edebilmek için bu konudaki önlemlerini küresel paydaşlarla küresel boyutta ele alması gerekiyor. Ama mevcut durum fazlaca umut vermiyor.
Bölgesel savaşlar ve çatışmalar genel insan yaşamını olduğu kadar özelde emeğin durumunu da olumsuz etkiliyor. Barışçı dünya düzenini sağlama hayalleri ile kurulmuş çok uluslu örgütlerin ne denli fonksiyonel olduğu tartışılır… Örneğin Birleşmiş Milletler Örgütü başta olmak üzere uluslararası örgütlerin birlikte iş yapma modellerinin eskimiş ve meşruiyetlerinin ortadan kalkmakta olduğu ise bir başka gerçek olarak duruyor. Gelişmiş ülkelerin dışa bakan, ön yüzünde yer alan uluslararası angaje ve güdümlü kuruluşlar ise az ve orta düzeyde gelişmiş ülkelerde uygulattırdıkları politikalarıyla krizleri çeşitlendirme ve yaygınlaştırma dışında başkaca bir amaca hizmet etmiyorlar.
20’nci yüzyılın son çeyreğine kadar hüküm süren Sanayi Toplumu’nda kapitalistin kârının ana kaynağı emek idi. Bunu bugün bile işgücü yoğun sektörlerde görmeye devam ediyoruz. Her dönemde üretimin faktörleri arasında sermaye, toprak ve emek sayılmakla birlikte; Sanayi Toplumu’ndaki ana birikim kaynağı, işgücünün yarattığı artı değer idi. Buradan sağlanan getirinin bir bölümü sermaye birikimini sağlıyor ve değişik amaçlarla tekrar yatırıma dönüyordu.
Sanayi Toplumu’nun birincil sorunu, belli ölçüde kaliteye de bağlı olarak üretimin artırılması idi. Çünkü üretim, özellikle yetersiz teknolojik altyapı nedeniyle kısıtlamalara uğrayabiliyordu. 20’nci yüzyılın son çeyreği; başta bilişim, iletişim ve lojistik alanlarında olmak üzere bilim ve teknolojideki gelişmelerle daha fazla üretimin önünü kesen engelleri ciddi anlamda aştı. Böylece tek kutuplu dünya ekonomisinin sorunu, üretim olmaktan çıkarak satmak ve tüketilmesini sağlamak ve daha fazla miktar ve çeşitlilikte tükettirmek haline dönüştü. Bu olguyu, kapitalizmin bu çağda sadece miktarsal anlamda mal ve hizmet değil, aynı zamanda yeni ‘çeşitler’ olarak ‘yeni ihtiyaçlar da ürettiği’ şeklinde tanımlıyorum.
Bu süreçte; birim ürün veya hizmette emek oranı düşerken, metanın içerdiği bilgi ve teknoloji faktörü oranı artmaya başladı. Böylece teknolojinin getirdiği kolaylıklar sayesinde artan ve yaygınlaşan üretime bağlı olarak mal ve hizmet fiyatları aşağı inerken, emeğin azalması nedeniyle işletmenin elde ettiği ürün başına kârlılık da azaldı. İş sahibi, eskiye oranla aynı kârı elde etmek için daha fazla ürün satmak zorunda kalmaya başladı. Ayrıca bütünleşen pazar nedeniyle küresel rekabetin olumsuz etkilerine de maruz kaldı. Bu durum, kapitalizmin ‘daha çok kâr için daha çok üretim’ çılgınlığını yeni bir boyuta taşıdı. Çünkü artan üretim karşısında tüketimi aynı düzeyde artırmak her zaman mümkün değildi.
Tüketimin artmayışının ana nedenleri arasında ise adaletsiz gelir dağılımı ve dünya zenginliklerinin giderek daha küçülen bir azınlığın eline geçmesi gibi unsurlar etkili oldu. Özetle; birim üretimde emeğin azalması, kullanılabilir bilgi ve teknoloji oranının artması ve bunun ürün fiyatını düşürücü etki yapması, kapitalizmin 1980’li yıllardan sonra yaşamaya başladığı yeni bir durum olarak ortaya çıktı. Genel anlamda küresel ölçekte sürekli düşen fiyatların yarattığı emtialaşma sürecinin ana kaynağı bu olgudur.
Kriz, kapitalizmin doğasının olağan bir unsurudur. Mevcut ve muhtemel krizlerin farklılığı ise küreselleşmenin boyutlarından dolayı yaygınlaşma ve çeşitlenme eğiliminden kaynaklanıyor. Herhangi bir dönemde kapitalizmin daha fazla kazanmasına neden olan küreselleşme, bir başka dönemde kapitalizmi kendi silahı ile vuruyor. Bugün 1 Mayıs… Bu özel günün Emek Bayramı olması ötesinde bana hatırlattıkları bunlar…