
Gürcan Banger
Dönüşen İş Dünyası
İşe gidiyoruz; işten geliyoruz. İşle ilgili sorunlardan ya da çözümlerden söz ediyoruz. İş sözcüğünün yaşamımızda önemli bir yeri ve buna bağlı olarak pek çok anlamı var. Bu kullanımlardan biri ise “geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek” şeklinde…
İnsanlar geçimlerini sağlamak üzere bir iş yapıyorlar. Vadide yaşayanların ovadakilere, ovada yaşayanların vadidekilere özendiği gibi; iş konusunda da farklı algılamalar var. Bazı algılara göre kimi insanların eğlenceli bir işi var. Bu tür bir işe sahip olanlar her gün farklı boyutta deneyimler yaşıyorlar. Kişi işler ise monoton. Hiçbir yaratıcı ya da geliştirici yönü yok. Bu tür bir işi yapan kişi ne denli ilgili ve özverili olursa olsun, bir süre sonra iş onun için can sıkıcı ve yıldırıcı olmaya başlıyor. “İş, iyi bir şey olsa; adı iş olmazdı” diye sanki bu tür işler için söylenmiş.
Yeni üretim yönetimi teknikleri zaman, iş gücü ve kaynak kaybını azaltmak için iş bölümü yaratırken bir yandan da işleri basitleştirip sıradanlaştırdı. Özellikle Taylor ve Ford’un geliştirdiği seri üretim tekniklerinin bu rutinleşmede önemli katkıları oldu. Şimdilerde ise yönetim alanının düşünürleri iş süreçlerini daha yaratıcı ve geliştirici hale getirmeye çalışıyorlar. Bu düşüncenin arkasında bir yandan işletme açısından maliyetleri düşürmek varken, diğer yandan teknolojinin de katkılarıyla daha iyi niteliklere sahip bir iş gücü potansiyeli yer alıyor. Yalın üretim, esnek üretim, hücresel üretim gibi yaklaşımların arkasında bu mantık var. Yeni ileri teknolojiler ve yapay zekâ, iş-işletme ortamını hızla değiştirip dönüştürmeyi sürdürüyor.
Yönetim konusundaki gelişmelere ek olarak iş psikolojisi alanındaki gelişmeler de yönetim felsefelerini giderek daha çok etkiliyor. Örneğin işi sanat olarak algılayıp daha insanî bir biçime dönüştürmeye çalışan “iş sanatı” giderek daha fazla ilgi görmeye başladı. İnsanı sıradanlıktan uyandırıp iş ile insan arasındaki anlamı yeniden tanımlamaya çalışan bu yaklaşımda yöneticilere önemli görevler düşüyor.
Dünyanın gelişmiş ülkelerindeki üretim ortamlarına baktığımızda; 1800’lü yılların vahşi kapitalist ortamına göre çok daha iyi iş yaşamı koşullarının oluştuğunu görüyoruz. Fabrika ve ofis ortamları, o dönemden bu yana daha sağlıklı biçimlere dönüştü. Sosyal sorumluluk anlayışının da gelişmesiyle iş ortamının iyileştirilmesinde pek çok gelişme sağlandı.
Bu söylediklerim, hâlâ çok kötü ve sağlıksız koşullarda çalışan insanlar gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Kötü iş yaşamı koşulları ekonomik yönden dev adımlar atan, adını sıkça duyduğumuz pek çok ülke için geçerli. Ülkemizde de çalışma ve iş şartlarının insana yakışmadığı pek çok örnek bulmak mümkün. Bu olumsuz koşulların en kısa sürede düzeltilmesi, ekonominin esenliğe çıkışının vazgeçilmez unsurlarından biri olarak karşımızda duruyor.
Küresel, ulusal, bölgesel ya da yerel pazarlarda sadece mal ve hizmetler alınıp satılmıyor. Genel anlamda piyasanın en önemli unsurlarından biri iş gücü üzerine yapılan faaliyetler. İş gücü karşılığında bir geçim elde etmek isteyenle üretim yapmak üzere iş gücüne ihtiyacı olan piyasada karşı karşıya geliyor. Nasıl ki müşteri kaliteli ve hizmet satın almak istiyorsa, iş sahibi çağın şartlarına uygun, nitelikli iş gücü ve iş gücü sahibi vatandaş da iyi çalışma ve iş yaşamı şartlarına ihtiyaç duyuyor. İş gücü için insana yakışır şartları oluşturmak ise iş sahibine düşüyor. İnsanların kötü şart ve ortamlarda bile çalışmayı kabul etmeleri, iş sahibinin sorumluluklarını ortadan kaldırmaz. Kalite, yaşamın her alanında var olmak zorundadır.
Son söz: Mevcut ekonomik konjonktür altında krizler ve darboğazlar her zaman olacak. Önemli olan; şikâyet etmek yerine krizlere rağmen ayakta kalabilmek, sürdürülebilir olmak ve büyümek… Ağlayıp sızlanmak isteyen; herhangi bir TV kanalında malum acıklı dizilerden birini izleyerek bu ihtiyacını tatmin edebilir.