
Gürcan Banger
İnsan, kent ve siyaset
Kenti bilmek için insanı iyi tanımak gerekli… Bir insanı tanıyıp bilmenin kırılma noktası, tek yönlü bir yararın ortaya çıktığı andır. O önemli ana kadar “canım, cicim” ile ilerleyen bir ilişki, taraflardan birinin çıkarına yönelik bir noktaya eriştiğinde; gerçek anlamda bir soru işareti ile karşılaşır. Bu nedenle; bir ilişkinin sağlık durumunu böyle bir anda sınamak gerekir. Çünkü çıkar söz konusu olmadığında, türü ne olursa olsun bir ilişkiyi sürdürmek daha kolaydır. Ama taraflardan birinin çıkarı gündeme geldiğinde; istismardan kandırmacaya, kötü niyetten rant amaçlı kullanmaya kadar her yol mubah olmaya başlar. Böyle bir durumda yapılmayanlar yapılıyormuş, yapılanlar ise yapılmıyormuş gibi gösterilme gayreti içine girilir.
Geleneksel siyasetçi, yukarıda özetlediğim sürece en iyi örneklerden birini oluşturur. Siyasetçi, son seçimden bu yana aklına bile getirmediği kişi ve kesimleri hatırlamaya, kapısını çalmadığı kuruluşların bir ihtiyaçları olup olmadığını sormaya veya göz ardı edilmiş sorunlara çözüm bulmaya gayretli imiş gibi görünmeye başlar. Çünkü ortada bir çıkar söz konusudur; yeniden iktidar için oy isteme zamanı gelmiştir.
19’uncu yüzyılda yaşamış olan ünlü Rus romancı Dostoyevsky, “İnsanların birbirlerini tanımaları için en iyi zaman, ayrılmalarına yakın zamandır” diyor. Bir benzetme yaptığımızda; bir geleneksel siyasetçinin konumu bu sözlere gayet uygun düşer. Gerçekten seçim dönemi, geleneksel siyasetçi için iktidardan ve ranttanayrılma ihtimalinin arttığı bir zamandır ve siyasetçinin bu dönemdeki değişen davranış modeli dikkatle izlenmeye değerdir.
Her seçim sürecinde verilen ama yaşanmış örnekler nedeniyle komik bulduğum sözler var. Proje diye öne sürülüp sonra unutulanları bunlar arasında sayabilirim. Bir diğeri ise adayların, seçildikleri takdirde halkla ve sivil toplum kuruluşları ile iç içe bir yönetim anlayışı içinde olacaklarına dair sözleridir. Her seçim döneminde sivil toplumla birlikte periyodik olarak toplantılar, faaliyetler ve işbirlikleri yapılacağını öngören sözler sarf edilir. Seçim sonrasında ise kazananı bulabilene aşk olsun… Ne halk kalır ne sivil toplum, ne de seçilen. Seçilmiş veya seçilmemiş eski aday, düdüğü kendi bildiği gibi öttürmeye devam eder.
Aslında konuya halk tarafından baktığımızda da manzara ilginçtir. Çünkü halk için de seçilen, kendine hizmet etmek üzere seçilmiş olan değil; memleketin tüm sorunlarını bir çırpıda çözüverecek olan bir film kahramanıdır. Bu olguyu adaylar da bildikleri için, seçim sürecinde kendilerinin ne yaman bir film kahramanı olduğunu kanıtlama çabasına girerler. İşin ilginci, halk olarak “bizi kurtaracak kahraman” diye seçtiğimiz, çoğu zaman kendi çıkarları peşinde koşan anti-kahramandan başkası değildir.
Her boyutuyla siyasetin bir endüstri haline geldiği günümüzde siyasal seçim sürecinin, bir iyi insan seçme dönemi olmadığını fark etmek zorundayız. Seçimde gücün simgesi Süpermen’i bulmak yerine; dürüstlük, saydamlık, hesap verebilirlik ve vatandaşı birincil derecede önemseme konusunda ipuçları veren ama her şeyden önemlisi denetlenebilir ve yönetişime yakın olanı bulmak; diğer yandan da bunu sağlamaya yatkın yönetim mekanizmalarını geliştirmek zorundayız.
Klasik Yunan felsefesinin kurucularından olan Platon, “İnsanları, egemen oldukları zamanlarda denemelidir. Çünkü kötünün kötülüğüyle, iyinin iyiliği o zaman ortaya çıkar” der. Genel anlamda iktidar olgusunun en önemli özelliklerinden birinin, insanın içindeki açgözlülüğü, doymazlığı ve hırsını ortaya çıkardığı konusunda kuşkum yok. Ama kimi zaman bu kötü nitelikler, bir kalınca perdenin arkasına gizlenmiş olabiliyor. Gerçeği görmek için bu perdeyi çekip kaldırmak gerekiyor. Bunu yapmak için uygun zamanı kaçırmamak ise önümüzde bir görev olarak duruyor.
Son söz: Herkes kendi yaşamının kahramanı olmalı.