
Gürcan Banger
İnsan Ölçeğine Uygun Kent ve Yaşam
Bir kentte yaşıyorsanız çevrenize şöyle bir göz gezdirin. Bunu bir caddede yürürken çok daha kolay yapabilirsiniz. Yüksek binalar, yoğun trafik, insan gözünün görebileceğinin ötesinde renklendirilmiş bir reklâm dünyası, kulakları hırpalayan kentsel gürültü ve diğerleri… Hepsinin ortak özelliği, insan ölçeğinin dışında, hatta çok dışında olması…
İnsanın fiziksel, zihinsel ve duygusal boyutlarını aşan yaşam ortamı sadece kentin dış mekânlarına ait değil. Günlük yaşamımızın her alanı, insan ölçeğinin dışına savrulmaktan mustarip… İnsan ölçeğinin ötesinde satın alıyoruz, ihtiyacımızın ötesinde istiyoruz, kendi boyutlarımızın ötesinde tüketiyoruz. Geliştirdiğimiz ‘uygarlık’, insan ölçeğinin çok ötesine ulaştığından, kendi yaşam çevremizi her an daha büyük bir hızla tüketiyoruz.
Mutlu olmak ümidiyle daha fazla tüketiyoruz. Günümüzde tüketim eğilimi, bireyleri aşarak toplumun tamamını saran bir tüketim bağımlılığı haline dönüştü. Salgına dönüşen bir hastalık gibi yerel ve bölgesel sınırları aşarak küresel boyutlara erişti. Artık tüketmenin, insani ölçekteki ihtiyaçlarımızın karşılanmasıyla hiç ilgisi kalmadı. Adeta ‘tüketmek için tüketir’ hale dönüştük. Eğer tüketimi, bir mutluluk aracı olarak insanların kafasına kazırsanız, başka türden bir sonucu beklemek de hayal olur.
Eminim; aşırı tüketim hakkında fikrini sorduklarınızdan pek çoğu, tüketim bağımlılığının kötü bir şey olduğunu söyleyecektir. Ama mevcut sistemin, tüketimin denetlenmesi yerine daha fazla tüketme yönünde işletilmesi şaşırtıcı değil midir? Tüketimin neden böylesine çılgınca arttığına dair ‘aklı başında’ çalışmalar fazla sayıda değil. Ama bu konu da akıl yürütmek de zor değil.
Tüketim bağımlılığının artışına dikkat ettiğimizde; bu manyayı teşvik edenlerin başında görsel medya organlarının olduğunu gözlüyoruz. İletişim ve bilişim teknolojilerindeki kısa sürede olağanüstü gelişmeler, öncelikle kişilerin mal ve hizmetlere ulaşmasını kolaylaştırdı. Bu ortama özgü yeni ikna ve satış mekanizmaları geliştirildi. Özellikle TV kanalları, İnternet, e-ticaret ve sosyal medya yerinden kalkmadan satın alıp tüketebilmek için yepyeni yol ve yordamlara vesile oldu. Bu araçlar, tüketimin mutluluk ile eşdeğer olduğu, en azından mutlu olmak için çok tüketmek gerektiği konusunda insanların bilincine kalıcı takıntılar yerleştirdi.
Son yıllarda bankalar, kendilerini kârsızlık bataklığından kurtarmak için bireysel müşterilere yöneldiler. Bireysel müşteri, banka için daha çok sayıda kredi kartı ile daha fazla kart ve bireysel kredi kullanımı demektir. Kredi kartı ile yapılan alışverişlerde malı veya hizmeti satan firma kazanırken, daima kazanan bir başkası daha var. O da kartı veya krediyi veren banka. Bireyler, ihtiyaçlarının ötesinde tüketirken; bankalar da düşük faiz, ödemeyi geç başlatma veya uzun süreli borçlanmalar gibi özendirmelerle kendilerine düşen hâsılatı topluyorlar.
İnsan ölçeğinin ötesine geçen tüketim bağımlılığından söz ederken, alışveriş merkezlerini (AVM’leri) hatırlamadan olmaz. AVM’ler, insan ölçeğinin çok ötesindeki görkemli özellikleri ile insana sanal dünyalar sunuyorlar. Bireyleri, kendi gerçeklerinden kopararak onları yapay bir alışveriş ve tüketim dünyasına sürüklüyorlar. AVM’de geçen bir alışveriş sürecinden sonra insanların hiç de ihtiyaçları olmayan pek çok ürünü aldıklarını fark etmeleri şaşırtıcı değildir.
Tüketim bağımlılığı ile mücadele etmek mümkün müdür? Doğrusu; bu soruya kolayca ‘evet’ cevabını verebilmek zor. Belki sivil toplum kuruluşlarının (STK’ların) bu konuda yapacakları çalışmalar olabilir. Bunu söylerken, tüketiciyi korumaya çalışan STK’lardan söz etmiyorum. Kastettiğim, insani ölçekte, bir başka deyişle ‘daha mantıklı’ tükettiğimiz yaşamı özendiren bir yaşam felsefesini gündeme getiren kuruluşlar… Henüz yeterli yaygınlık ve olgunluğa ulaşmasa da; bu yönlü çalışan kişiler ve kuruluşlar dünyanın her yöresinde giderek çoğalıyor. Yaşam çevremizi tüketmekte olduğumuzu geç de olsa fark etmeye başladık.