Kent ve ekonomik gelişme

Bir ülkenin ekonomisi gelişme kaydettikçe, iktisadi yapı tarımdan sınaî üretim ve hizmetler sektörlerine doğru dönüşür. Bu durum, aynı zamanda kentleşmenin de bir göstergesidir. Küreselleşme sürecinin kentleri ön plana çıkarması ile birlikte bu dönüşüm sürecinin hızlandığını görüyoruz.

Özellikle ekonomik olarak öne çıkan kentler, bu yönelimle tekrar kendini besleyerek sınaî üretimin ve hizmetler sektörlerinin kentte yoğunlaşmasına neden olur. Çünkü kent, artan oranda daha iyi altyapı ve daha düşük işlem maliyetleri sunmaktadır. Ulusal hâsılanın kentleşme ile atbaşı gitmesinin ardındaki ana ilişkinin nedenini böyle açıklayabiliriz.

Bir anlamda kentsel ekonomiler, ulusal ve bölgesel kalkınmanın motoru gibi görünüyor. Kent ekonomilerine yakın ilgi göstermemiz gereği de bu motor fonksiyonundan kaynaklanıyor. Eğer kentler kalkınma için böylesine bir motor hizmeti görecekse bu durumda kentleşmenin yaratacağı enerji ve sinerjiden yararlanmak gerekir. Böylece ekonomik büyüme ve yoksulluğun azaltılması fırsatlarını da değerlendirme imkânımız olabilir.

Dünya üzerinde olduğu gibi ülkemizde de kentler, kendi dış çevrelerine doğru büyüyorlar. Önce yakın, sonra daha uzak halkalarda yer alan kırsal –yarı kentsel– alanları yutup kentsel alana katarak yeni iş ve girişim fırsatları yaratıyorlar. Yeni yaratılan kentsel alanlarda sosyal yaşam alanları kadar iş dünyasının yeni mekânları da oluşuyor. Buralarda yeni sanayi, ticaret ve hizmet bölgeleri yer alıyor.

Kentsel alanlarda iş dünyası, –üretim miktarı arttıkça birim maliyetin düşmesi anlamına gelen– ölçek ekonomisi koşullarında gelişiyor. Söz konusu şartlar altında pazar verilerinin, bilginin, yeni teknolojilerin, ürün tasarımının, hizmet yeniliklerinin paylaşımı ile işbirliği halinde ar-ge ve ür-ge türünde çalışmaları yapmak daha kolay hale geliyor. Çünkü kentsel ortam üniversitelerin, ar-ge kuruluşlarının ve tasarım merkezilerinin yaşayabilmesine imkânlar yaratıyor; iş yapmanın maliyeti de düşmüş oluyor. Böylece “kümelenme tabanlı kentsel ekonomik gelişme” yaklaşımın neden giderek artan ilgi gördüğünün nedenine ulaşıyoruz.

Ülkelerin tercihlerini sanayileşmeden yana kullandıkları süreçte kentler de giderek daha fazla oranda ekonominin motoru ya da kaldıracı haline geliyorlar. Bu bağlamda kentleşme ve sanayileşme, karşılıklı olarak birbirlerine eşlik ediyorlar. Dünyanın gelişmiş ekonomilerini incelediğimizde –hizmetler sektöründeki gelişmelere karşın– ekonomik hâsılanın yaklaşık yüzde 85’inin sınaî sektörler tarafından oluşturulduğunu görüyoruz.

Ülke ekonomilerini kentsel ekonomik performans açısından incelediğimizde ise gerek kendi gelişmeleri gerekse ulusal kalkınmaya katkıları açısından bazı kentlerin daha fazla öne çıktığını gözlüyoruz. Benzer biçimde kentsel ekonomilerin gelişim ivmeleri –hız artışları da– farklı olabiliyor. Burada bir kentin büyüklüğünün –ya da alansal veya demografik büyümesinin– ekonomik büyümeye eşlik etmeyebildiğini söylememiz gerekir. Bir büyük kentin kendisinden daha küçük kentten daha fazla hâsıla ürettiğini söylemek doğru olmaz. Kentsel performans, alan veya nüfus büyüklüğü ile doğru orantılı değil. Sayısal veriler performans ile büyüklüğün orantılı olmadığını gösteriyor. Farklı ülkelerde veya değişik özelliklere sahip ama aynı büyüklükteki kentlerin ekonomik performansları çok farklı olabiliyor. Bu nedenle neden bazı kentlerin diğerlerine oranla daha başarılı olduklarının –yaşadığımız kent adına doğru yaklaşımların üretilmesi için– araştırılması gerekiyor.

Kentin yönetenlerin görevlerinden biri, o yerleşimi kentlerin küresel katma değer mücadelesinde daha rekabetçi hale getirecek “kolaylaştırıcılığı” yapmaktır. Yöneticilerin oluşturulmasında ve yayılımında kolaylaştırıcılık yaptığı vizyon, sanayi kümelenmelerini yönlendirir, teşvik eder ve rekabetçiliğini olumlu yönde etkiler. Böylece kümelenme içi işbirliğini güçlendirecek özel sektör ve kamunun kentsel ittifakı gündeme gelecektir. Sonuçta kentsel katma değer, kişi başına düşen gelir artacak ve kentsel yoksulluk düzeyine düşüş oluşacaktır.

Günümüzde kentler, ekonomik ve sosyal kalkınmanın en önemli öznelerinden biridir. Bu nedenle kentsel yaşamı, sadece tüketim açısından bakarak pasif faaliyetler toplamı olmaktan kurtarmak zorundayız. Yaşadığımız kent; kalıcılığını, sürdürülebilirliğini ve büyümesini sağlayacak bir gerçek özne olmak zorundadır. Bu süreçte –başta kent yöneticileri olmak üzere– hepimize düşen görevler var.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi