
Gürcan Banger
Küresel ya da Yerel
1993-1994 yıllarında teknik açıdan olmasa da ele aldığı konular ve içerik olarak nitelikli bir kent dergisi olan Alternatif Aylık Dergi’yi arkadaşlarımla birlikte çıkardığımızda dünyayı çoktan sarmış olan çevrecilik akımı, yerelde daha yeni yeni esmeye başlamıştı.
Dünyada çevreci akımın bir faktör olarak kendini ortaya koyması 1980’li yılların başıdır. Çevrecilik, özellikle sanayi işletmelerinin ve elektrik santrallerinin çevreyi kirletmesi üzerine kurgulanmış tepki ile kendini gösterdi. Ardından doğal yaşamın yok edilmesine yönelik tepkiler buna eklemlendi.
1995’lere kadar olan dönemde çevrecilik, siyaseti de içine almak üzere bir heyecan dalgası halinde ülkeden ülkeye yayıldı. Ülkemizdeki çevre ve doğa koruma örgütlerinin pek çoğunun kuruluşu bu 15 yıllık döneme denk düşer.
1990’lı yıllarda tüm dünyada olduğu gibi ulusal ve yerel düzeyde de kültürel kimlikler daha fazla önce çıkmaya başladı. Bu dönemde yerel tarih, yerel kültür üzerine yapılan çalışmalar arttı. Bu yönde çalışmalar yapan sivil gruplar ve sivil toplum kuruluşları oluşmaya başladı.
Bu gelişmede 1980 sonrasında kentlerin turizme yönelmelerinin de etkisi oldu. Yeni kaynak arayışlarına giren yerel otoriteler, yerel turizmin değişik türlerini yeni ve sonsuz gelir kaynakları olarak algılamaya başladılar. Böylece yerel ve etnik özellikler, söz konusu yörede var olmuş eski uygarlıklar hatırlanmaya başladı. Kentler ve bölgeler arasında oluşan rekabet, yerel tarihe, arkeolojiye ve etnografyaya olan ilgiyi daha da canlı hale getirdi.
1980 sonrasında yer alan gelişmelerden biri de bilişim ve iletişim teknolojilerindeki olağanüstü gelişmeler oldu. Bilimsel ve teknolojik ilerlemeler sayesinde dünya küçülürken bir yandan da kültürler birbiri içinde eriyerek aynılaşmaya başladı. Büyük devletler ve dev tekeller, kendi belirledikleri kültür modelini ve ürünlerini dünya çapında yaymaya başladıklarında insanlar kendi kültürel kimliklerini koruyabilmek için yerel kimliklerine sıkı sıkı sarıldılar. Böylece yerellik, dünya ölçeğinde bir yönelim oldu. Sonuçta kent turizmi, yerel tarih grupları, yerel arkeoloji toplulukları, yerel kültür projeleri hızla yaygınlaştı.
Küresel kültürün saldırıları karşısında yerellik (yerel kültür ve kimlikler) ne kadar dayanabilir? Doğrusu, yerelliğin küreselleşmenin yok edici saldırısı karşısında çok etkili olabileceği konusunda emin değilim. Ama aynı üniformayı giymiş küresel angarya mahkûmlarına benzememenin yolu yine yerel değerleri korumaktan ve savunmaktan geçiyor.
Sadece küreselleşmeye bağlamamak lazım aynılaşmayı... Kentlerin giderek birbirine benzer hale gelmesinde, kentin yaşamda ve görünümde aynılaşmasında gelenekten uzaklaşmanın da etkileri var. Bazen çağdaş mimari denen şeyin içinde yaşadığımız bir ucubeler müzesi olduğunu düşünüyorum.
Bu söylediğimde haksız olmadığımı kanıtlamak son derece kolay… Kentin merkezini hayal edin. Bu kenti, diğer kentlerden ayırt eden özellikler olup olmadığını düşünün. Yaşadığımız yerleşim boyutunda kentlerin pek de birbirinden farkları olmadığını fark edeceksiniz. Ve giderek kaybolan geleneksel yerleşim bölgelerimizi dolaştığınızda hepsinin kendine özgü nitelikleri ve yaşam biçimleri olduğunu şaşırarak göreceksiniz.
Aynılaştırıyoruz, sevimsizleştiriyoruz, kentleri yaşanamaz hale getiriyoruz. İşin kötüsü, bunu da çağdaşlık adına yapıyoruz. Dün Anadolu-Türk mimarisi veya Anadolu geleneksel halk mimarisi –adı her ne ise– o farklıydı, özgündü ve güzeldi. Bugün ise çağdaş konutlar dediğimiz ucubeler müzesinde yaşamaya çalışıyoruz.