LAİK DEVLET, DİNE KARIŞMAZ, KORUR-2

Laiklik prensibindeki demokrasilerde, halka ait olan millî iradeye göre ve halkın seçtiği TBMM başta olmak üzere, buna bağlı olarak oluşturulan görev kurulları, Kur'an'ın önermiş olduğu gibi birer şura (halkın oluşturmuş olduğu danışma ve karar verme kurulu /ları) olarak çalışırlar. Bu kurullar, Kur'an'ın yorumlara, kişi kanaatine dayanan müteşabih (benzeşimli, birçok gerçekli) dinî kurallarına ve yapılan içtihatlara dayanmaksızın ve bu kuralları idarî kurallara karıştırmaksızın, diğer bir ifade ile dini devlet işlerine, işleyişine karıştırmadan, yani devlet kararlarını dinin müteşabih mesajlarına dayandırmaksızın halk adına devleti idare etme yetkisini kullanırlar. Bu idarede devletin dine değil, dinin devlete uyması ve dinin müteşabih kurallarını dinamik tutup devletin işleyiş kurallarına, hukukuna ve yasalarına karışmaması yanında, kendini bunlara göre uyarlamaması söz konusudur. Devlet adına hükümet, farklı dinî, siyasî veya başka görüşteki grupların ve ideolojilerin hiçbirinden değil, hepsine aynı mesafede ve yaklaşımdadır. Çünkü bir gruba veya ideolojiye hükümetin yakınlığı demek, o grup dışındakileri ötekileştirmek ve düşünce özgürlüğüne sınırlama getirmek demek olacaktır. Temel hedefi insanın huzuru olan din, ilahî kitabındaki sosyal içerikli dinamik müteşabih mesajları sayesinde devletin işleyiş kurallarına kendini kolayca adapte edebilecek üstünlüklere ve özelliklere sahiptir. Dolayısıyla demokraside toplum düzeni, Kur'an'daki yoruma açık müteşabih mesajları kurallaştırarak değil, toplumdan topluma farklı ve o zamana uygun olan değişken-dinamik sosyo-ekonomik kurallara göre gerçekleştirilmektedir. Devlet düzeninde toplumsal ve insanların sosyal yaşamına yönelik kurallar, yasalarla belirlenir. Böylece de hukuk kuralları, dinin muhkem hükümlerine uygun, fakat müteşabih kurallarından ayrılmış olur. Diğer bir ifade ile burada ne din devleti kullanmakta, ne de devlet (dolayısıyla idareciler) dinî kullanmaktadır. Devlet dinin müteşabih mesajlarına dayalı kurallara dayanarak insanları yönlendirmez ve "din kuralı böyle diyor" diye yasaklayıcı kararlar almaz ve devlet kendi somut kurallarını dinin bu müteşabihlerine göre değiştirip uyarlamaz. İnsanların özgürlüklerini, dine dayanarak kısıtlamaz. İnsanların gerek muhkem ve gerekse müteşabih dinî kurallara uyup uymamalarını ve dinlerini seçmelerini özgür kararlarına bırakır. Bu kuralın doğal sonucu olarak, hiç kimse ibadete, dinî ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz. Kişisel düzeyde kalan ve başkasını etkilemeyen ve rahatsız etmeyen sınırlar çerçevesinde olan dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz. İnsanın herhangi bir dinî seçmesi, herhangi bir dinden olması, bulunduğu dinin icaplarını yapma veya yapmama ve dinini değiştirme, dininden çıkma özgürlüğü vardır.
Ayrıca hiç kimse devlet düzenini kısmen de olsa din kurallarına dayandırma amacı güdemez. İster Müslüman, ister Musevi ve Hıristiyan, isterse putperest veya ateist olsun, toplumsal işlerde ve olaylarda kişiye ne kendi dinine göre, ne de hükümette olan ekibin dinî görüşüne göre işlem ve muamele edebilir. Örneğin devlet işi ve mesaisi, dinî uygulamalardan olan namaz vakitlerine uyarlanmaz, fakat namaz vakitleri mesai saatlerine uyarlanabilir (Erzurum Müftülüğü'nün Cuma namazını öğle mesaisinin bitimine göre uyarlaması gibi). Ki böylesi bir uyarlama ile Kur'an'daki önemli kurallardan biri olan insanlara kolaylık kuralı da uygulanmış olur.
Sn. Prof. Atay konuyu şöyle açıklamıştır: "İçki içen kimseye içki içtiğinden dolayı idarî otorite tarafından ceza verilmez. Ancak sarhoş iken, başkasını rahatsız ederse engellenir, şikâyet edilebilir, sarhoş olarak vasıta kullanırsa, cana ve mala zarar vereceği için vasıta kullanması menedilir. İçme fiili ile sarhoş oluş dinî bir suçtur, günahtır ve Allah'ın mesajına karşı işlenmiş olduğundan cezasını Allah verir. Görüldüğü gibi burada şahsi suç-günah ile topluma karşı olan suç arasında fark vardır.". Bu açıklamaya göre laik bir rejimde toplumsal suçları idarî otorite kovuştururken, din görevlilerinin oluşturduğu dinî otorite buna karışmaz ve sadece Kur'an'ı ve buradaki dinî mesajı hatırlatmakla yetinir. İdari otorite de dinî yasağa karışmaz ve buna dayanarak yaptırımlar ve yasaklar koyamaz. Ancak inanç özgürlüğünün yanlış ve başkasına zarar verecek şekilde kullanılmasına yönelik bir suç unsuru tespit ettiğinde hukuksal yönden kovuşturur. Bir aktivitede suç olmasa bile, dinî yasağa karşı gelinme söz konusu ise, dinî yönden ancak günah işleme söz konusudur ve kişinin tevbe edip etmemesi ona kalmıştır. Zaten Allah, Kur'an'da dinî inanca yönelik hiçbir ibadet eksikliğinin izlenme ve cezalandırma görevini Peygamber dahil hiçbir kişiye vermemiş, "Sizin dininiz size, bizim dinimiz bize" diyerek de inancı kişiye bırakmıştır. Yine Peygambere hitaben de "Beni kulumla baş başa bırak" diyerek de bu uygulamayı pekiştirmiştir (Kalem-44. Ya Muhammed! Böylesine bir hadisi /Kur'an'ı yalanlayacak /ret edecek olanları Bana bırak /Beni onlarla baş başa bırak. Onlara Sen herhangi bir karşılık vermeye kalkma. Çünkü Biz onları ummadıkları /bilemeyecekleri yerden yavaş yavaş azaba uğratacağız. Müddessir-14. Ve her şeyi onun için bol bol düzenlediğim kişiyi Benimle ilgili olan konularda Bana bırak, Sen Bana karşı olacak günahları, hataları nedeniyle karışıp aramıza girme.).
Haftaya kaldığım yerden devam etmek üzere inşallah.
NOT: 1. Daha ayrıntılı bilgi için "SON DAVET KUR'AN Tercümesi" ve "İSLAM'IN ŞARTI SADECE 5 DEĞİL" kitaplarına bakınız.
2. 11 MAYIS 2016 tarihinde 2 haftada bir Çarşamba günleri saat 17-30-19.00 da Özdilek Sanat Merkezinde Halka açık "DİN-BEYİN ve KUR'AN SOHBETLERİ" ne İnşallah devam edeceğim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gazi Özdemir Arşivi