Memleketi Kurtaralım mı?

Oy kullanma ‘yetkisini’ elde ettiğimden bu yana; ‘normal’ ruh hali ile oy kullanabildiğim bir seçim hatırlamıyorum. Halk olarak neredeyse tüm seçimlerde bir panik içinde, ‘birileri iktidara gelmesin’ ya da ‘iktidardakiler her ne pahasına oradan indirilsin’ diye oy kullandık. Neden başka ülkelerde olduğu gibi ‘sadece parlamentoyu veya yerel yönetimleri belirlemek’ amacıyla oy kullanmayız da, her seçimde memleketi ‘bir şeylerden kurtarmak zorunda kalırız’? Anlaşılacak gibi değil.

Bildiğiniz gibi; her iktidara gelen, bir enkaz devir aldığından şikâyet eder. O seçimde devrilen, bir sonraki seçimde iktidara ‘çiçek gibi ekonomi’ devretmiş olduklarından dem vurur. Ama her seçim; o anki iktidarın memleketi yabancılara peşkeş çektiği, ekonomiyi batırdığı, dış itibarımızı ayaklar altına aldırdığı vaveylaları içinde geçer. Bugün de şehit cenazelerinden başörtüsüne, Atatürk’ten inanç kimliğine kadar her şey, hayâsızca sadece ‘iktidara sahip olma’ adına kullanılıyor.

Vatandaş, her seçim döneminde oynanan oyunlardan, sahte vaatlerden ve çirkin siyasetin davulunu çalan aklıevvellerden ‘illallah’ dedi. Ama ne yazık ki; vatandaşın tepkisini göstermesinin net bir yolu da yoktur. Bu nedenle giderek siyasetten uzaklaşıyor. Siyasete ilgisiz ve kayıtsız hale geliyor. Sandığa gitmeyi, oy kullanmayı giderek daha az önemli bulur hale geldi. Çünkü bugüne kadar sandık da onun yaşamsal sorunlarına çözüm olamadı.

Böyle bir durumda vatandaşı haksız görmek mümkün müdür? Onu, giderek artan kayıtsızlığından dolayı hak etmediği olumsuz, hatta çirkin sıfatlar kullanarak suçlayabilir miyiz? “Allah layığınızı versin; ben, sizin rantçı beklentilerinize alet olmak istemiyorum” demesinin ‘şuna, buna (amblemi, logosu her ne ise ona)’ mührü basmasından daha az onurlu olduğunu kim söyleyebilir?

Her seçimde ‘siyasetçilerin gazıyla’ millet olarak memleketi kurtarmaya çalıştık. Sanki memleket, inadı kırılmazcasına kurtulamadı gitti. Ne demokratik yollarla kurtulabildi, ne de ‘koruma ve kollama’ esaslı darbelerle. Önümüzde yine bir seçim var ve bir kez daha memleketi kurtarmaya çalışacağız. Bazılarımız oyunu mevcut iktidarı indirmek, kimilerimiz ise iktidarın sırtını sıvazlamak için kullanacak. Ama oyumuz ne yöne olursa olsun; oy sandığının başında kendimizi kesinlikle ‘memleketi kurtaran yiğit’ gibi hissedeceğiz.

1950’li yıllardan sonra olup bitenlere bir göz atın. Her seçim, o anki iktidardan vatanı ve milleti kurtarma savaşı halinde geçti. İktidardan inen, bir sonraki seçimde memleketi, o anki iktidardan veya koalisyondan kurtarma vaatleri ile bir hayalî dünya yarattı.

Bu uzun yol boyunca bozuk ve arızalı olan vatandaş değildi. O kendi geçim kavgasında biraz daha kaliteli yaşayabilmenin uğraşını veriyordu. Zayıf ve eksik olan, siyasetin kendisiydi. Hâlâ da böyle olmaya devam ediyor. Öyle bir siyaset ki; ilk hedefi, devlette birikmiş olan rantı ele geçirmek. Bu amaçla hemen her partiyi bir oligarşi (dar grup) ele geçirmiş. Siyasete tutunmaya çalışan ama eninde sonunda dışına düşen nitelikli insanların şikâyetlerine bir bakın. Neredeyse tamamı, siyaseti ele geçirmiş oligarşilerden şikâyet edecektir. Ediyorlar da…

Bunlardan söz ettiğimde; siyasete karşı soğukluk yarattığımı söyleyenler oluyor. İyi anlaşılmayan bir nokta var. Ne yazık ki; Türkiye’de siyaset, bu dar gruplardan kurtulmadan kendine yeni açılımlar edinemez. Bu rantçı kafalarla, ülke yönetimi sağlıklı bir yere gitmez. Eğer ‘her ne pahasına’ yapılacak bir şey varsa, o da her ölçekte siyaseti işgal etmiş olan –deyim yerindeyse– monarşik ve/veya oligarşik kafalardan kurtulmaktır. Bu gerçek, ısrarla ve yaygın olarak her vesile ile anlatılmalıdır.

Bugün ülkemizde içi boşalmış, yozlaşmış, çürümüş ve kokmuş bir siyaset düzeni var. Her adımında ülkeye zarar veriyor. Bu bozuk düzenden kurtulmayı, önümüzdeki muhtemel seçimde hangi kişiye ya da partiye oy vereceğimden daha fazla önemsiyorum. Müstakbel seçimin sonuçları, ülkenin temel sorununu çözebilecek mi? İşin sırrı burada…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi