Merkeze sıkışmış kentlerimiz

Türkiye’nin ekonomik yönden hızlı gelişmiş illerini incelediğimizde; bazı çok ciddi sorunların ekonomik ve sosyal büyümeye eşlik ettiğini fark edersiniz. Bugün pek çok kentimizde yaşanan ve ilk elde göze çarpan sorunların başında trafik gelmektedir. İşin ilginci, trafik sorununun çözümü yönünde ciddi bir girişim de görülmemektedir. Aslında bu durumu olağan karşılamak gerekir; çünkü trafik sorunu, trafiğin dışındaki kapsamlı nedenlerden kaynaklanmaktadır.

Diğer yandan; kent merkezindeki sıkışma ve rant oluşumu, çok hızlı gelişmektedir. Kentin merkezini daha fazla yoğunlaştırıp sıkıştıracak yaklaşımlar, yaşadığımız kentlerde kötü örneklerden birine dönüşmesi sonucunu oluşturacaktır. Keza elektrik, su, doğalgaz ve diğer yerel servisler konusunda da hemen kapı ardında bekleyen ve biteviye birim maliyetleri artan pek çok aday sorun bulunmaktadır. Kent merkezinde hızla yükselen rantın, kentin geleceği açısından bir bataklık yaratma potansiyeline sahip olduğunu ifade etmeliyim.

Yaşadığımız yerleşimler, tek merkezli kent olmaktan hızla kurtulmalıdır. Kenti çepeçevre saran ve sarmaya devam eden yeni konut topluluklarının, kentin merkezindeki yoğunlaşmayı ve sıkışmayı artırmaktan başka bir işe yaramayacağını da bu vesile ile belirtmek isterim. Görünen o ki; çözüm, çok fonksiyonlu alt-kentlerden geçmektedir.

Tarihin bir anında birkaç hane ile başlayan bir insan topluluğu, zamanla büyüyerek büyük bir insan yerleşimine dönüşür. Yıllar ilerledikçe anayollar üzerindeki küçük köy ve kasabaların nasıl büyüdüklerini gözlemişsinizdir. Geçmişte küçük bir köy görünümünde ilçe büyüklüğüne erişen yerleşimlere ilişkin örnekleri kolayca hatırlayabilirsiniz. Hatta bunların köy iken belde, daha büyüklerinin ise ilçe olmak için çabalarını izlemişsinizdir.

Yerleşimler her zaman kendi dinamikleri ile gelişmez. Kimi zaman bilinçli ve planlı faaliyetler; köylerin, ilçelerin veya kentlerin oluşumuna neden olur. Dünyada planlı ve programlı olarak yaratılmış çok sayıda kent örneği bulunmaktadır.

Bir kenti, plan dışı tutarak kendi başına büyümeye bırakırsanız; karşımızda iki ihtimal var demektir. Ya kent, zaman içinde küçülür ve yok olur ya da aşırı ve şekilsiz bir büyümeye uğrayarak bir sorunlar yumağı haline dönüşür. Bir kentin, bir sorun üreteci haline gelmesinin yollarından biri, o kentin yöneticilerinin yerleşimle ilgili geleceği görmekteki zorlukları ve zafiyetidir. Bu tür yöneticilerin çözüm olarak sundukları, bir süre sonra yeni sorunların kaynakları olarak ortaya çıkıyor.

Ülkemizde görme ve tanıma imkânı bulduğum pek çok kentin, gerçek anlamda yönetim sorunları yaşamış olduğunu biliyorum. Geçmiş yönetim dönemlerinde alınmayan önlemlerden ve kentsel vizyon eksikliğinden dolayı bazı yerleşimlerimiz tıkanma noktasına gelmiş durumda. Böyle bir kentsel sorun yığılması, ilerleyen zamanda problemlerin çözülmesini çok pahalı veya imkânsız hale getiriyor.

Bir kentli vatandaş olarak aşırı büyümüş bir kentte yaşamaktan istemem. Bunu anlatırken, kentin insan ölçeğini aşmaması gerektiği düşüncesindeyim. Aşırı büyümüş ve insan ölçeğini fazlasıyla aşmış kentlerin geri dönülmez sorunlar yaşadıklarını örneklerle biliyoruz. Bu bağlamda; dünya üzerinde dengeli ve sağlıklı gelişmiş pek çok kentin aşırı ve dengesiz biçimde büyümenin aksine belli büyüklük sınırları arasında kalmış –hatta kalması tercih edilmiş– olduğunu hatırlatmak isterim.

Bir yurttaş veya bir kuruluş olarak yaşadığımız kentle ilgili bir konuda kesin tercihimiz olmalı. Kentin gelişim süreci hakkında fikrimiz ve öngörülerimiz olmalı ve bunu gerekli biçimde yansıtmalıyız. Çünkü bu kent, onu yönetenlerden daha fazla, burada yaşayanlara aittir.

Türkiye’de başta İstanbul olmak üzere çok veya hızlı gelişmiş kentlere baktığımda; hiç de iç açıcı manzaralar görmüyorum. Konut kalitesinden içme suyuna, trafikten enerji şebekelerine kadar pek çok sorun yoğun biçimde yaşanıyor. Bazı sorunlar var ki; onlar da yakın bir gelecekte kapıya dayanmaya hazırlanıyorlar. Örneğin bazı kentlerin kimi semtlerinde oluşacak köhneleşme bölgelerinin yaratabileceği sorunlar hakkında yeterli öngörümüz henüz yok.

Kentlerimizin tek merkezli olarak aşırı büyümesinin önüne geçmek zorundayız. Kenti oluşturan fonksiyonların da dağıtılacağı yeni alt-kent yaklaşımları konusunda öngörüler, yaklaşımlar ve programlar geliştirmeliyiz. Böyle daha planlı yaklaşımların, toplam mal olma maliyetlerinde de ciddi düşüşlere neden olacağını kanıtlamak çok zor değil.

Genelde kent merkezinin aşırı yoğunlaştırılması ile çılgın biçimde artan kent rantı, önümüzdeki dönemde kentsel yaşamın bataklığı olmaya adaydır. Aşırı artan kent rantı ile baş etmek; ne kişilerin, ne yerel yönetimlerin, ne de merkezî devletin baş edemeyeceği noktalara gelebilir. İstanbul’un gidişatı, bu konuda ders niteliğinde bir örnektir.

Yaşadığımız kentin bireyleri ve kuruluşları olarak, şehrimizin ne kadar büyüyeceğine, büyüme biçiminin nasıl denetleneceğine, büyümenin nasıl planlanacağına ve bu sürecin hangi aktörlerin katılımı ile gerçekleşeceğine karar vermemiz gerekiyor. Bu kararı da sadece kent yöneticilerinin ya da planlama vb. uzmanlarının kişisel tercihlerine bırakamayız, asla bırakmamalıyız. Bir ortak kamu alanı olan kent, öncelikle orada yaşayanlara aittir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi