Gürcan Banger
Yaşam Çevremizde Sorumluluk
Klasik iktisat tanımı, sınırlı kaynaklarla sınırsız ihtiyaçların karşılanması şeklinde başlar. Ama sanayileşme ilerledikçe kaynakların kısıtlı olduğu gerçeğini unutur gibi olduk. Hâlbuki her çıktı, varlığını birtakım girdilere borçludur. Eğer mamul veya hizmetleri üretirken dünyayı tüketiyorsak, yok ettiklerimizi gelecek adına yerine koymayı da düşünebilmeliyiz. Dünyanın kaynakları sonsuz ve sınırsız değil. Bu nedenle yaşamın her anında yaşam çevremize olan bağımlılığımızı ve borçluluğumuzu bilmek zorundayız. Bu nedenle artık ürün ya da hizmetleri üretmekle yetinmemek, bunları daha az kaynak kullanarak daha verimli üretmenin yaklaşımlarını geliştirmek zorundayız.
Kalite çalışmaları önce ürünlerin denetimi ile başladı. Daha sonra kaliteyi sağlamak için tüm sistemin kaliteli olması gereği ortaya konuldu ve toplam kalite anlayışına varıldı. Derken konu, bir felsefe ve yönetim modeli haline dönüştü. Son yıllarda kaliteli ürün ve hizmetlerin ancak uygun çalışma koşullarına sahip ‘mutlu’ çalışanlar tarafından gerçekleştirilebileceği fikri yaygınlaşıyor. Sosyal sorumluluk düşüncesini yaratan ana unsurlardan biri budur.
Farklı nedenlerle de olsa ekonomik işletmeler, varoluş nedenleri olan kâr elde etmenin yanında bulundukları bölge ve ülkeye katkılar yapmaları gerektiğinin farkına vardılar. Bu yaklaşım, bir yandan iş sahipleri için sosyal ve ruhsal tatmin sağlarken; firmalar açısından da toplum önünde yeni bir saygınlık ve imaj kaynağı oldu. İşletmeleri, sosyal sorumluluk anlayışına götüren gelişmelerde sivil toplum kuruluşlarının giderek artan ağırlık ve önemlerini de unutmamak gerekir.
Tanım olarak sosyal sorumluluk, bir ekonomik işletmenin bulunduğu ortamı (çevreyi) koruma ve geliştirme konusundaki yükümlülüklerini ifade eder. Önceleri işletmelerin bir gönüllülük olarak başladıkları sosyal sorumluluk anlayışı, günümüzde bir uluslararası standart haline dönüştü. Yaşam çevresinin korunup geliştirilmesinden çalışanların temel hak ve özgürlüklerine saygıya kadar geniş bir alanda kişi ya da kuruluş olarak tüm ilgili kesimleri içine alan bir sorumluluk anlayışı gündeme geldi.
Sosyal sorumluluk ile ilgili bir standart oluşturma çalışmalarında dünya ölçeğinde sendikaların, insan-kadın-çocuk hakları örgütlerinin, uluslararası çalışma kuruluşlarının ciddi katkıları oldu. Bu çalışmalar, aynı zamanda kalite standartları ile çalışma yaşamı sözleşmeleri, “İnsan Hakları Sözleşmesi” gibi belgelerden de esinler taşıyor.
Sosyal sorumluluk standardı, ana fikir olarak ürün ve hizmet üretiminde ahlaki kural ve koşulları güvence altına almayı hedefleyen bir çerçevedir. Kalite Yönetim Sistemi standardı gibi tüm sınai sektörlerde ve çalışma yaşamının pek çok alanında uygulanabilir. Özellikle çalışanlarına karşı sosyal sorumluluklarını yerine getirdiğini kanıtlamak isteyen ekonomik işletmeler tarafından sosyal sorumluluk standardı belgelendirilmesi giderek daha fazla talep ediliyor. Örneğin son yıllarda AB ülkelerinde konuşlanmış bazı şirketler, ülkemizdeki sanayi işletmeleri ile yapacakları ortak çalışmalar için böyle bir belgenin varlığını şart koşar oldular.
Sosyal sorumluluk anlayışının bir işletmede yerleşmiş ve belgelendirilmiş olması, söz konusu firmanın imajının korunması ve geliştirilmesi açısından son derece önemlidir. Bu belgenin kaliteyi işaret etmesi nedeniyle rekabette üstünlük yaratıcı bir yönü olduğu da kuşkusuzdur. Bu belgenin varlığı ile işletme; çocuk işçi çalıştırmadığını, ayırımcılık yapmadığını, işyerinde zorla çalıştırma bulunmadığını, çalışma uygunluğu açısından asgari şartların sağlandığını, sağlık ile güvenlik koşullarının uygun halde olduğunu tüm dünyaya karşı kanıtlıyor.
Sonuç olarak; dünya, giderek daha karmaşık bir bütün haline geliyor. Bu süreçte toplumu ve ekonomiyi oluşturan unsurların birbirlerine karşı karşılıklı bağlantılı sorumlulukları da artıyor.