
Gürcan Banger
Neden Ben?
Bir durum veya olay hayatımızı olumsuz etkilediğinde bunu kendimiz üzerinden sorguladığımız olur. Milyarlarca insan arasından bu olumsuzluk neden benim başıma gelmiş olabilir? “Neden ben?” sorusunun altında, içinde bulunulan duruma göre birkaç neden olabilir. Ama yaşanan durum ne olursa olsun, bu sorunun varlık nedeni kişinin ruhsal dünyası ve duygu karmaşası ile yakından ilgilidir.
Bilinen bir örneğe bakarak konuyu tartışabiliriz. Yarısı dolu bardak örneğini hatırlayacaksınız. Bazı kişiler bardağın yarısının dolu olduğunu görerek, dolu olan kısım nedeniyle sevinirler, mutlu olurlar. Bardağın tümüyle boş olabileceği durumla kıyaslayarak, bununla yetinmenin ‘iyi’ bir tutum olacağı kanaatini taşırlar. Bu tür kişileri iyimser ve elinde var olanla yetinen olarak isimlendirebiliriz.
Kötümserler, genellikle bardağın boş olan tarafını görürler. Yaşadıkları tüm olaylarda onların dikkatini çeken yan, söz konusu olaydaki olumsuzluklardır. Hastalıklar, ölümler, düşük gelir, işteki sevimsiz gelişmeler, diğer kişilerin onlara karşı davranışları daima olumsuz bir bakış açısı ile ele alınır. Genelde kendilerini olayların gelişiminde etkileyici bir faktör olarak görmezler. Sinerjiye inanmazlar. Kendi güç ve etkilerini azımsayarak, dengenin ve gelecek tasarımının kendi dışlarındaki başka güçler tarafından oluşturulduğunu kabul ederler.
Kendi kişisel gelişiminde ciddi mesafe almış insanlar ise ikili bir görüşe sahiptir. Bardağın dolu ve boş yanlarını aynı anda görürler. Dolu ve boş olan kısımlar için kendi bilgi ve deneyimleri ışığında mantıklı açıklamaları vardır. Ne dolu olan kısım için gereğinden fazla sevinç, ne de boş olan kısım için yaşama kahretme vardır. Bardağın o anki doluluk durumunun, o ana ait bir durum (gösterge) olduğunu ve değişen koşullarla değişebileceğini kabul ederler. Kaybetme ve kazanma koşulları hakkında bilgileri ve öngörüleri olduğu için yaşamsal adımlarında, sonraki durumu belirlemek için stratejileri vardır.
“Neden ben?” sorusuna böyle bakıldığında; yaşananlardan ders çıkarma eyleminin önemi ortaya çıkar. Yaşam akıp giderken başımızdan geçen olaylardan bazı sonuçlar çıkarırız. Çoğu zaman ders niteliğinde olanlar, olumsuz bittiğine inandığımız olaylarla ilgilidir. Hâlbuki başarı öykülerimiz de bizim için önemli derslerle doludur. İnsan, yaşadığı olumsuzluklardan ve başarılardan aynı derecede önemli dersler çıkarabilir. Önemli olan, kendisini olabildiği kadarıyla tarafsız bir gözle görmesi ve değerlendirmesidir.
Sıklıkla yinelediğim gibi; siyah ve beyaz birlikte var olurlar. Işık ve gölge, birbirinden vazgeçemezler. Siyahı beyazdan, gölgeyi ışıktan dolayı biliriz. Yaşamımızdaki çeşitliliği çoğaltarak insani deneyimimiz ve zenginliğimiz artar. Kendimizi bir dar odaya kapatarak dünyanın gizemini kavramak mümkün değildir. Karşılaştırma yapmak ve daha sonra bilgilerini genelleyip soyutlamak, insanın öğrenme modelidir. Karşılaştırma, nesneler ve olaylar arasında ilişkiler kurmanın ve bu yolla ilerleyerek yaşam denen sistemin bütünlüğünü kavramanın ilk adımıdır.
Farklı ton ve nüanslarla da olsa kadere ve alınyazısına inanabilirsiniz. Ama bu kavramları bir iş programı gibi çok katı ve kuralcı bir anlayışla benimserseniz, insan olmanın anlamını, değerini ve önemini gözden kaçırırsınız. İnsan, bildiğimiz evrenin farklılık yaratan en önemli unsurlarından biridir. İnsan olma özelliğimizi gözden kaçırmamak gerekir.
“Neden ben?” sorusunun altındaki nedenlerden biri, insanın kendisini (başkası) bir başkası ile karşılaştırması sonucunda kendini düşük bir kategori ile sınıflamasıdır. Kendi özellikleri azımsadığından, neden önemli, değerli ve anlamlı olduğunu kavramakta güçlük çeker. Hâlbuki her birey, önce insan olduğu için o niteliklere sahiptir. İnsan olma ise terazi ile ölçülebilen bir özellik değildir. İnsanın değeri, önce iyi niyetle belirlenir ve duygularla ölçülür. Duygular ise anlamı ve önemi oluşturur. Her birey, duyguların muhatabı olmaya layıktır.