Sade yaşam, sürdürülebilir tüketim

Dünyada giderek yaygınlaşan ve “gönüllü sadelik (voluntary simplicity)” olarak isimlendirilen bir sivil hareket var. Tüketim bağımlılığının aşırı boyutlara varması üzerine özellikle Batıda sade yaşama yönelik sivil çalışmalar çoğaldı. Bu hareketler, bir yandan kapitalist üretim=tüketim çılgınlığını eleştirirken; diğer yandan da doğal yaşamın uzun soluklu olabilmesi için ‘sürdürülebilir tüketim’ olarak isimlendirilen bir kavramı dillendirmeye çalışıyor.

Batıda yaşam sadeliği çok yeni bir kavram sayılmaz. Hıristiyanlar bunu İncil’de yer alan “Bana ne zenginlik ne de yoksulluk ver” sözü ile tasvir ediyorlar. Diğer yandan sade yaşamı, İslami yaşam tarzına uygun bulan kesimler de her zaman olagelmiştir. Bu bağlamda sofizmin ana ilkelerinden birinin sade yaşam olduğunu da hatırlayabiliriz. Hiç kuşkusuz; burada siyasal erki ve rantı elde tutabilmek için dini inançların istismarından söz etmiyorum.

Yaşam sadeliği, yeni bir kavram olmamakla birlikte giderek artan tüketim çılgınlığı ve insan yaşamının yok olan ortamları ile birlikte yepyeni boyutlar kazanıyor. Küresel ısınma, sağlıklı yaşlanma gibi konular yaşamsal sadeliği her geçen gün daha fazla gündeme taşıyor.

Yaşamsal sadelik, öncelikle insanın kendi ‘yaşam yolunu’ bilinçli, hassasiyetle ve kendi isteklerine bağlı olarak seçmesi demek… Burada bir ‘seçimden ve yoldan’ söz edildiğine göre; bundan odaklanarak, derinlemesine ve tüketici kültüründen etkilenmeden yaşam anlamını çıkarmak gerekir. Bunu elde etmek için de insanların yaşamlarını bilinçle düzenlemeleri ihtiyacı oluşuyor.

Tüketim bağımlılığının ikizi diyebileceğimiz bir başka ifade şekli, hiç kuşkusuz üretim çılgınlığıdır. Üretim ise doğayı değiştirmek anlamına gelir. Eğer yeraltındaki altını çıkarmak için zehirli ve tahrip gücü yüksek siyanürü kullanırsanız, –her ne kadar bazı çevrelerce aksi ifade edilse de– o doğal çevreyi sürdürülebilir yaşam için ‘imkânsız’ bir noktaya getirebilirsiniz. Dolayısıyla sadeliğe sadece tüketimin dünya ve yaşam kaynaklarını yok etmesi açısından bakmamak lazım. Sadeliğin altyapısı olarak ‘sürdürülebilir üretim’ kavramını da dikkate almamız gerekir.

Sade yaşamın ilintilerinden biri, doğal yaşam ortamlarının ve buralarda yaşayan canlıların varlıklarının devamının sağlanmasıdır. Bir başka deyişle; insan olarak faaliyetlerimizde diğer canlı türlerinin varlıklarını sürdürmelerine özen göstermek zorundayız. Bu anlayış, basit çevreci kavrayışın ötesine geçen, insanın yaşamının dışına taşarak tüm canlıların yaşamsal sürekliliğini değerli bulan bir yaklaşımdır.

İnsan, söylemini çevresine yazarak veya konuşarak –tebliğ yöntemi ile– iletebilir. Hâlbuki yaşamsal sadelik anlayışı, insanın fikriyatını ve yaşam modelini bizzat yaşayarak –temsil yöntemi ile– açıklaması üzerine yoğunlaşır. Örneğin ünlü barışsever ve düşünür Mahatma Gandhi, “Yaşamım mesajımdır” der. İnsanları özendiren yaşamlar, doğanın sürdürülebilirliği konusunda çok önemli katkılardır.

Sade yaşam, insanın doğal köklerinin farkında olması demektir. Bir anlamda tüketmekte aceleci olan insanın, gerçekte kendi varlığını tüketmekte olduğuna işaret edilmesidir. Yaşamsal sadelik, canlı yaşamına saygılı olmanın bir ifadesidir.

Kuşkusuz; yaşamsal sadelik, insanın yaşamını daraltması değildir. Çevresine karşı duyarsız, hareketsiz ve ilgisiz kalması anlamına da gelmez. Ama yaşamı bir koşuşturma haline getirerek, yaşamaktan almamız gereken lezzeti yitirdiğimizin de farkında olmalıyız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Gürcan Banger Arşivi