Sivil Toplum ve Kadınlar

Sivil toplum kuruluşlarının (STK’ların) –tümü olmasa da genel çerçevede– en önemli sorunlarından biri, topluma ölçeklendiğinde görünürlük ve tanınırlıklarının düşük olması… Küçük olup küçük kalmayı bilinçli ve doğru bir tercih olarak yapanlar dışında, neredeyse tüm STK’lar, toplum veya halk adına konuştukları iddiasında olmakla birlikte; yurttaşları çalışmalarına katmak için yeterli gayret içinde değiller. Muhtemelen yaygın ve etkin katılım için gerekli iş yapma modelini de bilmiyorlar. Halkın desteğini alamadıkları için bir sivil güç oluşturamazken, bulundukları alandaki meşruiyetleri de tartışılır hale geliyor. Ama nedense STK’lar kendi atalet ve beceriksizliklerini, halkın ilgisizliğine ve kayıtsızlığına bağlamayı benimsemiş gibiler…

Bu sıkıntıları, sivil kadın oluşumları da taşıyor. Ülke ve il ölçeğinde ses getiren kadın temalı etkin faaliyetler göremiyoruz. Etkinlikler ya basın açıklamaları ile yetinmek zorunda kalıyor ya da yerel basının sayfalarında yer aldığı kadarı ile yetiniyor. Sivil kadın hareketi kitleselleşme ihtiyacının yakıcılığını henüz yeterince duymuyor. Hareket, kendi entelektüel mekân ve meraklarından sıyrılıp, örneğin binlerce genç üniversite öğrencisinin, şehrin dış mahallerinde yaşayan kadınların veya kentli genç kızların varlığını hissetmiyor.

Her STK, kendine şunu sormalı: Biz, ilk kurulduğumuzdan bu yana iş, üye, gönüllü ve finans olarak ne kadar büyüdük? Ortalama bir değer vermek gerekirse; bir ildeki STK’ların yaklaşık yüzde 70-75’i doğumunu takiben ilk yılda durgunluk konumuna geçiyor. Bazıları ise ilk yılın sonunda yok olup gidiyor. Bunun ana nedeni, sivil toplum çalışmalarında büyümenin ve sürdürülebilirliğin gerekli kriterler olarak gözetilmemesi…

Benzer bir süreç kadın örgütlerinde de yaşanıyor. Uzun yıllar canlı kalmayı başarmış pek çok kadın STK’sının bile yaşamını az sayıda üye veya gönüllü ile sürdürmek zorunda kaldığını biliyoruz. Bazı dönemlerde 1-2 faaliyet ile canlanmaya çalışan kadın kuruluşları misyonsuzluk, vizyonsuzluk, yönetim becerilerinin eksikliği veya yeterli insan katılımı olmayışı nedeniyle sessizliğe bürünüyor.

Diğer STK’larda olduğu gibi; kadın kuruluşlarının başta belediyeler olmak üzere kamu ile ilişkileri de ilginç bir görüntü veriyor. Yerel yönetim-STK işbirliği, halkın yönetime katılması için en uygun mekanizmalardan biridir. Bu işbirliğinin doğru kurulması ve işletilmesi, yerel yönetişim için çok önemli örnekler ve deneyimler oluşturabilir.

Fakat gerçekleşen sürece baktığımızda; diğerleri gibi kadın STK’larının da yerel yönetimleri sadece finansal sponsor olarak görmeyi tercih ettiklerini fark ediyoruz. Bu durumu, tüm şikâyetlerine rağmen yerel yöneticilerin de kabul etmiş ve sindirmiş olduklarını görmek şaşırtıcıdır.

İşin bir diğer ilginç yönü, siyasette olduğu gibi sivil toplum alanında da yerel yönetim ile STK ilişkilerinin hısım, akraba, tanıdık veya yandaş ayrıcalıkları kullanılarak yapılmasıdır. Bir anlamda STK’lar, bulunulan yerleşimdeki belediyeler ve kamu birimlerini sponsorluk yönünden aralarında paylaşmış bir görüntü vermektedirler. Hele siyaset kökeni açısından farklılıklar varsa; sponsorluk ilişkileri bir iktidar ve rant paylaşımı haline dönüşüyor.

STK-kamu ilişkilerindeki kuralsız ilişki düzeninden sadece sivil toplum örgütlerini sorumlu tutmak haksızlık olur. Bu garip sürecin işlemeye devam etmesinde yerel yönetimlerin ve kamu idaresinin sivil toplum konusundaki vizyon kısırlığının da ciddi katkıları var. Genelde sivil toplum örgütlenmesi, özelde kadın hareketi gerekli kitlesellik ve güç birikiminde olmadığı için, bu ilişki düzenine kendi özünü ve şekillenmesini veremiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi