
Gürcan Banger
Sonunda terk edilmek
Muhtemelen siz de gözlemiş olabilirsiniz. Bana ‘ilginç’ gelen bir gözlemimden söz etmek istiyorum. Özellikle uzun bir ‘aşk beklentisi’ ve ‘aşk boşluğu’ sürecinden sonra ilk kez âşık olan bir kişi, kendi yaşadığının gelmiş geçmiş en ‘muhteşem’ ilişki olduğunu düşünür. Bu, çok yaygın bir eğilimdir. Hatta kendininki ve diğerleri arasında ‘aşkın kalitesi’ ile ilgili karşılaştırmalar bile yapılır.
Ama yaşamsal süreçlerin tümünde olduğu gibi aşkın da bir sonu var. Hadi; biraz iyimser davranıp, “Aşkın da sonu olabilir” diyelim. Aşkın bitiş düdüğü acıdır ama bundan daha acısı, o görkemli kabul edilen dünyevi ilişkinin terk edilme ile sonlanmasıdır. Terk edildiğinizde, adeta dünyanın sonuna gelmiş gibi hissedersiniz. Kendinizi ne denli denetleseniz bile bu durum, günlük yaşamınıza çeşitli boyutlarda yansır.
Âşık olmanın en ilginç yönlerinden biri, bunu insanlarla paylaşma ihtiyacıdır. Aşkın dillendirilmesinde hiç kuşkusuz kadınlar daha ‘başarılıdırlar’. Ama kesin olan şu ki, aşkın ateşi, bu dillendirmeler ile ilişkiyi arkadaşlar arasında bilinir hale getirir. İşte bu bilgi, ‘terk edilme’ aşamasında eyleme dönüşür ve o anda ‘dost’ yardımları akmaya başlar. Aileniz veya arkadaşlarınız tarafından bu durumun geçici olduğu ve yakın zamanda ‘normale’ döneceğiniz konusunda sizi ikna etmeye çalışırlar.
Bu süreçte ilişkiyi terk eden kişi de ‘dost yardımlarından’ nasibini alır. Çevrenizde ilişkinizi bilenler, o kişinin sizi hak etmediğini, hatta onsuz bir yaşamda çok daha rahat ve mutlu olacağınızı söylerler. Terk edenin, o güne kadar asla dillendirilmemiş olan yanlış tutum ve davranışları, “Hatta bir gün…” diye başlayan sohbet konuları olmaya başlar.
Yapılan araştırmalara göre; bir ilişki, sona erdiğinde bu ‘mutsuz sondan’ taraflardan biri daha fazla etkileniyormuş. Taraflardan biri, kendini diğerine oranla daha mutsuz ve yalnız hissediyormuş. Yine bu araştırmalar kapsamında elde edilen bulgulara göre; kadınların ayrılmaya (‘terk edilmeye’ de diyebiliriz) erkeklerden çok daha fazla ‘kışkırtıcı’ oldukları tespit edilmiş. Batıda yapılan boşanma istatistikleri incelendiğinde, bu tespitin doğrulandığı gözleniyor. Ülkemizdeki durumu araştırmayı bir başka yazıya bırakarak; gelişmiş Batı ülkelerinde boşanma davalarının daha fazla kadınlar tarafından açıldığını ifade etmekle yetineyim. Muhtemelen erkeklerin boşanmaya daha az istekli olmalarının ‘kendilerince iyi (!)’ nedenleri vardır.
Terk edilmenin hiç kuşkusuz kişiyi, fiziksel yönden sarsan etkileri olacaktır. Hareketlilikte düşme, uykusuzluk veya iştah kaybı gibi sonuçlar gözlenebilir. Ama bunların kaynağı olarak görünen duygusal ve zihinsel unsurlara daha özel önem vermek gerektiği düşüncesindeyim.
Kadınlar ve erkekler arasında bir dayanıklılık testi yapılsa, hangi cins daha dayanıklı çıkar, bilemem. Ama olumsuz bir durumla karşılaşıldığında, ağlayarak tepki verenlerin çoğunluğunun kadınlar olduğunu biliyorum. Bu, onların doğal yapısından kaynaklanıyor olabilir. Bazen ağlama öyle noktalara varıyor ki, sanırım ‘neden ağlandığı’ bile gözyaşları arasında yitip gidiyor. Olumsuzluklarla ilgili duyguların birbirine karıştığı, hatta birbirini tetiklediği çok görülen bir durumdur.
Terk edilmeye karşı en belirgin duygusal ve zihinsel tepki, insanın kendisi ve ilişkisiyle ilgili sorular sormaya başlamasıdır. Bu, adeta acımasız bir sorgulama sürecidir. Bu süreçte kişi, kendine hangi yanlışları yaptığını sorar. Eğer bu durumu aşacak cevaplar veremezse, kendini suçlamaya başlar. Bu, kişinin yaşamı açısından tehlikeli olduğu kadar zararlı sonuçlara yol açabilecek bir risk durumudur.
Bir ilişkinin sonunda kişi, kendini haksız veya hatalı bulabilir. Ama bir sona gelindiyse; önemli olan, bu durumu hızla aşıp normale dönebilmektir. Kendini yargılamanın ve ‘infaz etmenin’ karanlığında kalmayı tercih ederek, olumlu ve aydınlık bir yaşama ulaşmak asla mümkün değildir. Unutmayın ki; Anka kuşu, eskinin külleri arasından yeni yaşamına doğru kanat çırpar.