
Gürcan Banger
Yaşama bakış açımız
Yakın gözlüğü ile uzağı, uzak gözlüğü ile yakını göremezsiniz. Eğer görme probleminiz varsa, gözlüksüz olma şansınız ise hiç yoktur. Yaşam da gözlük ihtiyacı duyan bir kişiyi andırır. Yaşama yanlış bakış açısı veya at gözlüğüne benzeyen bir paradigma ile yaklaşırsanız fırsatları görme ve tehditlerden haberdar olma şansını yitirirsiniz.
Başarıyı elde etmek için öncelikle yanlış algımıza ve yorumlamamıza neden olan engellerden kurtulmamız gerekir. Bunların arasında korkularımız ve alışkanlıklarımız ilk sıralarda yer alır. Takıntılılık, bağnazlık ve yobazlıkla yaşamın renklerini, imkânlarını ve bize sunduğu şansları görmemiz mümkün olmaz. Bir şekilde yakaladığımız fırsatları da doğru değerlendiremeyiz.
Başınızın yoğun biçimde ağrıdığı bir anda yaratıcı bir şeyler düşünebilir misiniz? Muhtemelen hayır… Yanlış bakış açısı ile kendini zincirlemiş ve özgürlüğünü takıntılarına teslim etmiş bir kişinin yaratıcılığı, yenilikçiliği ve girişimciliği de yoğun baş ağrısı çeken insanın verimsizliğine benzer. Özgür beyin, vazgeçilmezdir.
Bir işte başarıyı elde etmek ve sürdürülebilirliği sağlamak için heyecan önemlidir. Heyecanı sürekli kılmak için ise kişiyi motive edecek araçlara ihtiyaç var. Motivasyonu sağlayan unsurların başında ise takdir gelir.
Herkes kendisinin takımın (oyunun) bir parçası olduğunu görmek ister. İnsan olarak yaşamımız sadece temel ihtiyaçlardan ibaret değil. Sosyal, kültürel ve duygusal ihtiyaçlarımız da var. Basit bir teşekkür, kimi zaman maddi ödüllerin yapabileceğinden çok daha fazla yaşam sevinci ve motivasyon sağlıyor.
Birçok başka insanlar birlikte yaşıyoruz. Aynı evi, işi ya da sosyal mekânları paylaşıyoruz. Ortak noktalarımız olsun veya olmasın; insanların başarılılarını takdir etmeyi bilmeliyiz. Ayrıca takdir ve iltifat sadece çevremizdeki kişilere değil, kendimize de yönelik olmalı. Deyim yerindeyse; kişi, zamanı geldiğinde kendini de şımartmayı bilmeli.
İnsanın en önemli özelliklerinden biri, çevresinden aldığı işaretleri değerlendirebilmesidir. Çevremizdeki yaşam her zaman bize çok yönlü sinyaller verir. Bunları kimi zaman doğal felaketler, bazen sosyal sorunlar ve bazı durumlarda da duyumsal değişimler olarak yaşarız.
İnsanı diğer canlılardan farklı kılan en özenli özelliklerinden biri aklını kullanabilmesidir. Ama insanın psikolojik, sosyal ve kültürel özellikleri sadece aklından ibaret değil. Çevreden aldığı işaretleri duygulara dönüştürebiliyor. Bunu ağlama, gülümseme ve coşku şeklinde ifade edebiliyor. Böylece insan hem kendinde hem de çevresinde duyusal bir zenginlik yaratıyor. Bunu paylaşmak, dünyayı ve çevremizi daha yaşanabilir bir ortama dönüştürüyor. Başarılı bir insan olma yolunda duyularımızın önemini asla gözden kaçırmamız gerekiyor.
İnsan, sonsuz enerjiyle durmaksızın çalışan bir makine değil. Kişinin bedenini ve zihnini dinlendirmeye ihtiyacı var. Bu dinlenme sırasında insan bir anlamda kendini gelecek serüvenlere hazırlıyor.
Çalışmayı bildiğimiz kadar dinlenmeyi de öğrenmek ve bilmek zorundayız. “Öyle çok işim var ki dinlenmeye zaman yok” diyen bireyin yaşamında çözülmesi gereken sorunlar olduğunu söylemek kehanet sayılmaz. Dinlenmeyi bilmeyen kişi, gelecekteki başarısının yapı taşları olacak çevresindeki fırsatları göremeyecek hale gelmeye başlar.