4-Mustafa KANTARCI (GÖZLEM)

4-Mustafa KANTARCI (GÖZLEM)

SUYUMUZA SAHİP ÇIKALIM

Türkiye ve dünyada, kuraklık ve susuzluk en öneli sorundur. UNESCO verilerine göre, halen 26 ülkede, 300 milyon kişinin ciddi su sıkıntısı ile karşı karşıya olduğunu bildirdi. Su giderek stratejik bir hale geldi. Bu nedenle gelecekte ülkeler arasındaki rekabet ve savaşlar suya dayalı olacak.
21. yüzyılda, dünya nüfusu 4 kat artmasına rağmen, su ihtiyacı 9 kat artmıştır. Bu arada sanayinin kullandığı su miktarı, 40 kat artmıştır. Bunlarla beraber teknolojik gelişmeler sayesinde erişilebilir suyun, kullanımı yüzde 7'den yüzde 25'e çıkmıştır. Hal böyle olunca da su da tasarruf kaçınılmaz olmuştur.
Türk halkı, mevcut su kaynaklarına sahip çıkmak, suyu, verimli kullanmak zorundadır. Çünkü su hayattır. Su piyasa değeri olan, bir meta değil, insanlığın ve doğanın, ortak varlığı olarak kabul edilen ve tüm canlılar için, temel ve zorunlu bir ihtiyaçtır.
Su, 1992 yılında Dublin'de düzenlenen Su ve Çevre Konferansı'ndan bu yana küresel piyasa aktörleri tarafından, ekonomik bir mal olarak tanımlanıyor. Suyun üretiminden dağıtımına kadar, bununla ilgili tüm sürecin, liberal piyasa mantığıyla yönetilmesi gerektiğini düşünen sermaye çevresi, dünya ülkelerindeki su yönetimlerini değiştirmek amacıyla bu tarihlerde harekete geçti.
Ancak Dünya Su Konseyi'nin, şemsiyesi altında İstanbul'da 16- 22 Mart 2009 tarihlerinde düzenlenen, 5. Dünya Su Forumu'nda, "suyun eşit paylaşımı konusuna öncelik verileceği' gibi, politika ve söylemler, inandırıcı değildir. Bilâkis, küresel su CEO'larına zemin ve olanak sağlamaktır.
Bu operasyon kapsamında, bugün neredeyse dünyanın en önemli su kaynaklarına ev sahipliği yapan ülkelerde, su özelleştirildi, ya da özelleştirme sürecine doğru yönlendirildi. Ancak bunun ölümcül sonuçları, Meksika örneğinde olduğu gibi, Bolivya, Hindistan ve Filipinler'de de çok geçmeden ortaya çıktı. Bu ülkelerde yaşayan sabit gelirli vatandaşlar, kendi yaşadıkları bölgelerden, çıkan su kaynaklarını ellerinden yitirmekle kalmayıp, zaman içinde sağlıklı içme suyuna dahi erişememeye başladılar.
24 Ağustos 2008 tarihli yazım da, " ...Ülkemizde, küresel ısınma nedeniyle, beklenenin altında kalan yağışlar ve su krizi bahane edilerek, Akarsu ve göletlerin kullanım hakkı, 49 yılı geçmeyecek şekilde, özel sektöre satılacak. Yatırımcılar, yarışmayla seçilecek, Kazanan yatırımcı, barajdan elde edilen suyu işletme süresi boyunca satarak, hem yatırım maliyetini çıkaracak, hem de kâr edecektir." demiştik.
Yine o tarihlerde, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler, proje çerçevesinde belirlenecek akarsuların, Yap-İşlet-Devret (YİD) modeli ile özel sektöre açılacağını bildirmişti. İşi üstlenecek yatırımcılar, "ihale" yöntemiyle değil "yarışma" modeliyle belirlenecek. Bir başka deyişle, projeye talip olanlardan, işi en hızlı yapacak, sulama için dekar başına en düşük fiyatı sunacak yatırımcı ile sözleşme imzalanacak. Yarışma, yabancı yatırımcılara da açık olacaktı.
İstanbul' da yapılan su formunda, ülkemizde ki sularımızın, uluslararası konsorsiyumun yönetimine devredilmesine bir zemin oluşturuldu. Önümüzdeki yıllarda bu zemin, nasıl gelişir veya nelere gebe bekleyip göreceğiz. Ancak Tapu ve Kadastro Eski Genel Müdür Yardımcısı Orhan Özkaya,"Dünya Su Forumu"nun beşincisini İstanbul'da düzenleyerek, bilimsel' tezgâhı gözümüzün içine bakarak uyguluyorlar. Amaç; Dicle, Fırat, Çoruh, Kızılırmak ve diğer güçlü sularımızı uluslararası konsorsiyumlarla yönetim ve denetim altına almak isteniyor" demişti.
Aslına ülkemizde, yalpan Dünya Su Forumuna, biraz daha kapsamlı ve derinlemesine bakınca, özellikle Fırat ve Dicle gibi, sınır aşan sularla ilgili, Türkiye'ye tuzakların kurulduğu bir platform olduğunu görürüz. Nitekim 2009 yılında, Türkiye, sınırı aşan sularda, AB'ye uyumu kabul etti. Müzakerelerde 'Çevre' başlığının açılması karşılığında Fırat ve Dicle havzası AB ile ortak yönetilecek. Türkiye, ayrıca İsrail'le de işbirliği yapacak.
Türkiye' de, suyun özelleştirilmesi, özelikle de yabancı şirketlerin eline geçmesi, Türk insanının, başına gelebilecek en büyük felakettir. Bunun örnekleri, dünyada vardır. Nitekim 1992 yılında Dublin'de düzenlenen Su ve Çevre Konferansı'ndan bu yana küresel piyasa aktörleri tarafından, su, ekonomik bir mal olarak tanımlanıyor. Suyun üretiminden dağıtımına kadar, liberal piyasa mantığıyla yönetilmesi gerektiğini düşünüyor.
Ülkemizde, su, bir ticari meta değil, yaşamımızın, kaynağı olduğunu ve her insan için, yaşamsal ihtiyaç olan, temiz ve içilebilir su, bir insanlık hakkıdır. O nedenle de Türk halkı, AB' nin, Dicle ve Fırat havzasının yönetme kararına, suyun yabancılara satılmasına, özelleştirilmesine, karşı çıkmalı, mevcut sularımız, verimli kullanılmalıdır. Çünkü su sadece insanlar için değil, dünyada yaşayan tüm canılar için gereklidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
4-Mustafa KANTARCI (GÖZLEM) Arşivi