Tekdüzelik

Bir ilişkiyi tekdüze hale getirmenin iki garantili yolu vardır. Bunlardan birincisi tarafların kendilerini sıradanlığa bırakıvermesidir. Böylece bireyler yaşamlarında sıra dışı bir gelişmenin oluşmasına izin vermeksizin adeta bir ‘tahliye beklentisi’ içine girerler. Bu da sonun başlangıcıdır.

Bir ilişkiyi tekdüze hale getirmek için ikinci yol, olağandışılığa izin vermemek için aşırı denetimli ve gergin olmaktır. Bu modelde bireyler sadece dışımızdaki faktörlere göre yaşarlar. “Ayıp olmasın”, “Sonra ne derler?” gibi çevreyi gereğinden fazla dikkate alan tavır ve davranışlar, bir aşk ilişkisinin adeta yavan ve heyecansız hale getirmek için “ideal” bir yoldur.

Aşk, bir avuç kum gibidir. Kaybetmemek için sıktıkça elinden daha çok kayar gider. Sıkmadığında ise tek tek taneleri rüzgâr savurur. Onu koruyup kollamanın, geliştirmenin sağlıklı yolları için emek vermek gerekir. Ama “Ben senden daha fazla emek veriyorum” tuzağına düşmeden…

Yaşam yönümüzün belirlenmesinde çevre faktörlerinin önemli etkileri var. Kimi zaman bu etkenlerin ağırlığı, yaşamsal amaçlarımızın önüne geçebiliyor. Öyle zamanlar oluyor ki, kısıtlarımın mı amaçların mı daha önemli olduğunu gözden kaçırıyoruz.

Sevdiğim bir yaklaşım var. Önce yapmak istediklerimizi bir kâğıda yazıyorsunuz. 1-2 saat ya da birkaç gün sonra bir başka kâğıda sizi engelleyenleri not alıyorsunuz. İlk yazdıklarınız sizin içinizdeki çocuğu (yaşamsal amacınızı), ikinci yazdıklarınız ise içinizdeki ana-babayı (kısıtlarınızı) ifade ediyor.

Beklentilerimizi, isteklerimizi ve bizi engelleyen kısıtları ayrı ayrı not almanın ve sonra bunlar üzerinde düşünmenin yararlarına her zaman inanırım. Esasen strateji kavramının özü de budur. “Artılarım ve eksilerim nelerdir?” biçiminde başlayan bir düşünce süreci sorunların aşılmasında önemli bir başlangıçtır.

Bu konuyu açmamın nedeni iş yaşamında stratejinin öneminden söz etmek değil. Dış yaşamdaki faktörlerin duygusal yaşamımızı nasıl etkilediğini dile getirmek istiyorum. Sanırım, aile içinde yaratıcı ve girişken amaçlardan daha çok kendimizi kısıtlamayı öğreniyoruz. Anne ve babamız, çoğu zaman yaratıcı ve girişken olmaktan çok, neleri yapmamamız konusunda bizi eğitiyorlar. Ayıplarla, yasaklarla, “Kim ne der?” korkularıyla yetiştiriliyoruz. Kurallarla çatışmamak adına güzellikleri, tatlı heyecanları, muhtemelen başarılı bir geleceği kaybediyoruz.

Yaşam hızla değişiyor. Değişen sadece yaşamın fiziksel görünümü değil. Sosyal kabuller, alışkanlıklar, özetle kültürün tamamı değişiyor. Bir kültürle yetişmiş insanların bu değişime ayak uydurması kolay değil.

Özellikle sosyal ve kültürel yaşama açık olmayan aile büyüklerinin bu değişimi yakalaması zor oluyor. Dolayısıyla genç insanların yeni yaşama dair özlemleriyle aile büyüklerinin onlara koyduğu geleneksel kısıtlamaların yarattığı bir çatışma doğuyor. Kuşak farkı deyip geçiverdiğimiz bu farklılığın kaçırılan fırsatlarla bazen yaşamlara mal olduğunu görmek mümkün.

Yaşamda kazancın kaynağı risktir. Risk ise girişim ve değişim demektir. Yaşamımızı sürekli kısıtları gözeterek sürdürürsek ne değişimi yakalayabiliriz ne de olası yeni nimetleri... Yaşam sürecimiz amaçların ve kısıtların bir dengesi olmak orundadır. Sadece amaçlarını gözeten bir insan, marjinal olma, yaşamın kıyılarına düşme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Biteviye kısıtları gözeterek yaşayan bir insanı ise tarihin not bile düşmeyeceği bir yanda bizzat kendisinin de Dünya Nimetleri’nden herhangi bir tat alamayacağı ortadadır.

Hukuktan, töreden, sosyal koşullardan, kültürel sorunlardan kaynaklanan kısıtlarımız olduğunu inkâr edecek değilim; ama bazen kısıtları amaçlarımızdan, yaşam sevincimizden daha öne koyduğumuz kuşkusuna düşüyorum. Tatsız ve keyifsiz bir ömür yaşanmış sayılabilir mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi