Yaşam, Kent ve Edebiyat Üzerine

Dünyanın tanık olduğu en hızlı değişim dönemini yaşıyoruz. Bundan daha fazlası da olacak. Hızlı değişimin en belirgin özelliği, bütünü oluşturan parçaların değişim hızına ayak uydurmakta zorluklarla karşılaşmalarıdır. örneğin bazı parçalar aşırı büyürken, kimileri güdük kalır veya yok olurlar. Sanatın değişik dalları da topluma yaşamıyla karşılaştırıldığında bu tür ‘korku tünellerinde’ kalır.

Yaşam, teklifsiz bir okuldur. Biz istemesek bile her adımda bize öğütler verir, bilgiler edinmemizi sağlar ve bunlarla yeni davranış biçimleri geliştirmemize yol açar. Yaşamdan iyi ya da olumsuz dersler alabiliriz. Diğer yandan öğrendiklerimizin her zaman başarıya yol verdiğini de söyleyemeyiz. Yaşamdan aldığımız her ders, bardağı dolduran bir damla gibidir. Deneyimimiz ve birikimimiz arttıkça, kendimizi yaşam karşısında daha donanımlı hissederiz. Ama bu yetmez.

Yaşamdan edindiklerimizden bazıları, tamir çantamızda bulunan aletler gibidir. örneğin bilgisayar kullanma, ütü yapma ya da yemek hazırlama becerisi kazanma, sözünü ettiğim çantadan bir aleti kullanmayı öğrenmeye benzer. Ama yaşamın bize kazandırdıkları arasında öyle yetkinlikler var ki; bunlar, yaşamımızın tamamını etkileme gücüne sahip. örneğin saygı, hoşgörü ve empatiyi bu türden kazanımlar olarak sayabilirim. Bunlar, yaşamın bize sağladığı becerileri doğru kullanmak için uygun bir dayanıklılık ve süreklilik iklimi oluşturur.

Yaşamın bazı derslerini zihnen doğru olarak kabul edebiliriz; ama önemli olan, bunları yaşamımızın vazgeçilmez uygulamalı unsurları arasına katabilmektir. Kendi yaşamımın bana verdiği dersler arasında en önemli bulduğum unsur iyi niyettir. Kanımca; yaşamda herhangi bir konuda başarılı olabilmenin yolu, kişinin niyetli olabilmesinden, buna olumluluğu da katarsak iyi niyetli olmasından geçiyor.

İyi niyetli olmak, bir sonsuz enerji ve sinerji kaynağı gibidir. Türü ne olursa olsun amaca ulaşmak ve arzu edileni sağlamak için anahtar, yapılması gereken konusunda niyetli olmaktır. İsteklerimiz konusunda ahlâk ve yasalara saygı gibi bizi barbarlardan farklılaştıran ve iyi ile kötüyü ayırt eden temel ilkeleri göz ardı etmemek gerekir. Genel olarak sanat, özelde edebiyat böyle bir farklılığı yaratmada önemli ayıraçlar arasında yer alıyor.

Sanayi Toplumu ve öncesine ait sanat ürünlerinin erişme şansına sahip oldukları kalıcılığı, ‘yeni sanat’ yakalayamıyor. Muhtemelen bundan sonra da böyle olacak. Tüketim odaklı yaşam, sanatı da tükenir - tüketilir hale getirdi. Sanatın insan olarak yaşamımıza getirdiği farkı yaşamaya zamanımız bile olmuyor. Bu çağda ‘özgürlük’ denen şey de kapitalizmin bizim için ürettiği yeni ihtiyaç ve bunlara bağlı yeni tatmin araçlarını tüketmek üzere seçmekten başka bir şey değil. Diğer yandan yaşadığımız çevre sanat ve edebiyatla olan ‘ödünleşmemizde’ önemli faktörlerden biri olarak etki yapıyor.

Bir kentin her geçen gün daha fazla tüketim mekânları toplamına dönüşmesi, o yerleşimi bilinmeyen bir açmaza sürükleyen bir sarhoşluk gibidir. Ancak acı sona ulaşıldığında geri dönülmezliğin farkına varılır. Bir kent önce üretim mekânları, insanları ve örgütleri toplamı olmalıdır. üretim anlayışı sanayiden sanata, hizmetlerden yerel potansiyelin etkin ve verimli değerlendirilmesine kadar uzanmalıdır. Edebiyat da bu üretim sürecinde yerini almak zorundadır.

Sözün özü şu ki; bir kentin iyi kabul edilmesi için o yerleşimin sanat ve edebiyat alanında da gelişmeler yaşaması ve yaşatması gerekir. Bunun için de kendi yenilikçi yol, yöntem ve tekniklerini bulmalı. çünkü kitsch’e (banal olana, taklide, kötüye, ruhsuza) savrulmamayı başarmış sanat ve edebiyat, bir kenti insanın yaşam çevresi yapan en önemli unsurlardan biri…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi