Gürcan Banger
19 Mayıs 1919’dan 2023’e tarih ve gençlik
Bugün 19 Mayıs… 1919’da Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı başlatan olan Mustafa Kemal liderliğinde 18 kişilik bir heyetin İstanbul’dan Samsun’a ulaştığı tarihin yıldönümü… Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı olarak kutlanan 19 Mayıs, başta Mustafa Kemal’in Nutuk’ta ifade ettiği gibi; tarihçiler tarafından Türkiye Cumhuriyeti tarihinin kuruluşa giden yolda ilk adımı olarak kabul ediliyor. Kutlu olsun.
Ne yazık ki, tarihi, tarihimizi bugünün gerçeklerini doğru anlayacak ve geleceği doğru öngörecek ölçüde bilmiyoruz. Bir diğer ilginç nokta ise tarihin bildiğimiz kadarının objektif gerçeklere ne ölçüde dayalı olup olmadığı… Anadolu’nun tarihi, çoğu kez iyi niyetli olduğu kuşkulu siyasal manipülasyonlara alet ediliyor.
İnsanlığın ekonomik ve sosyal tarihi, zaman zaman oluşan kırılmalara rağmen bir süreklilik gösteriyor. Bu ülkenin ve toplumun tarihi de öyle… Bugün açıklamakta zorlandığımız bazı olayların öncülleri, tarihin muhtemelen bilmediğimiz derinliklerinde yer alıyor. Tarihi değişik kaynaklardan ve farklı bakış açılarıyla okuyup değişik düşünsel oluşumlara sahip kişilerle tartıştığımızda; açıklamayı istediğimiz gerçeklere biraz daha yaklaşmış oluyoruz. Tarihi doğru öğrenmeye zaman ayıralım, derim.
Bu topraklarda yaşayan halk, bağımsızlığı ve egemenliği zorlu bir kurtuluş süreci sonunda canı karşılığında elde etmiştir. Ulusal kurtuluş, önderi Mustafa Kemal Atatürk ile birlikte milletin doğrudan kendisine ait olan bir projedir. Ulusal kurtuluşun sahibi, bizzat milletin kendisidir. Dolayısıyla bu projenin sahibi ne ‘bizimkilerdir’ ne de ‘ötekilerdir’.
Osmanlının bir sona doğru yaklaştığı yılları okumanın ilginç araçlarından biri, yabancı veya yerli seyyahlar tarafından yazılmış gezi notlarıdır. Bu seyahatnameler, Anadolu’nun yaşadığı yoksulluğun ve sosyo-ekonomik sorunların belgeleri gibidir. Genelde Osmanlının şaşaalı saray tarihi ile Anadolu’nun yoksulluk, hastalık ve zulümle yaşanan tarihi birbirine karıştırılır. Anadolu’nun sakinleri, ulusal kurutuluş yıllarında bir yandan çok ağır koşullar altında yaşarken, diğer yandan da üstün güçteki düşmanla savaşmak zorunda kalmışlardır. Daha da önemlisi; onların içinde bulunduğu bu sefil durumlarının birincil sorumlusu da kendileri değildir.
19 Mayısların bize defalarca hatırlatması gereken manzara bu olmalıdır. Ulusal kurtuluş süreci, bu yoksul ama ülkesinin kıymetini bilen insanları zorluk ve sıkıntı olarak ifade edilebilecek durumlarından çağdaş yaşam şartlarına yükseltmeyi hedeflemiştir. Ulusal bayramların arkasındaki mantık, bu ülke vatandaşlarının insanca koşullarda yaşayabilmeleri olmuştur. Ulusal kurtuluşun gerçeği, dün böyleydi; bugün de böyle olmalıdır. Bugünü anlamak ve çağdaş geleceği kurmak için bunu anlamak, bilmek zorundayız.
19 Mayıs’ın bir de –yeterince dikkate almadığımız gençlik yönü var. Özellikle kentlerde toplam nüfusa göre oranı hızla artmakta olan bir genç kesim var. Genelde kendi ekonomik şartlarının sınırlarını zorlar biçimde tüketim algısı yüksek; buna karşılık çalışma ve üretim algısı düşük biçimde oluşmuş. Herhangi bir seviyedeki okulun öğrencisi değil. Bir okula kayıtlı olsa da, bu kurum ile ilişkisini minimize etmiş. Bir işte çalışmıyor. Daha da fazlası; bir işte çalışmak ve bu yolla kendi gelirini elde etmek gibi bir isteği ve niyeti de yok. Sözün özü; tüketim odaklı, ama okula gitmeyen, bir işte çalışmayan, hatta çalışmaya niyeti olmayan bir genç nüfus oranı hızla yükseliyor.
Günümüzde eğitim, yaşamı öğretmiyor. Buna ailelerin ve bir bütün olarak sistemin kolaycılığa, ucuzculuğa ve konformizme yönlendirmesini de eklersek, yaşamla ve üretimle ilişkisi olmayan bir genç nüfus kesimi ortaya çıkıyor. Mevcut eğitim sisteminin ‘iyileştirmelerle’ düzeleceği kanaatinde değilim. Mevcut eğitim-öğretim kurumunun odaklandığı biçimde; daha iyi bir ‘sınav sistemi’ veya bir okuldan diğerine geçiş için farklı bir ‘seçme ve değerlendirme’ ya da benzeri sıradan önlemler sorunu çözmez. Eğitime yaşamı ve üretimi esas alan yeni bir bakış ve yaklaşım gerekiyor. Üretim ve eğitim için albeni oluşturmayan bir sistem, olsa olsa ‘çalışan, ama hiçbir şey üretmeyen saçma makinesi’ olur.
Gençlik konusu, öncelikle bir kamusal sorundur; devletin alması gereken önlemler olmalıdır. Ama meslek odalarının, sivil toplum kuruluşlarının sorumluluk da var. Bu sorunun kısa süreli mesleki kurslarla veya benzeri ‘projelerle’ aşılamayacağını öncelikle anlamaları gerekir. Genç nüfusla ilgili bu problem, ekonomik, sosyal, kültürel ve ailevi yanları olan çok boyutlu bir sorundur ve buna uygun bir vizyonla ele alınmalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.