Anlamak ve Anlaşmak Üzerine

Konuşan çok ama dinleyen olduğu şüpheli… Anlatan çok ama anlayan olduğu şüpheli… Değer kavramı ve değerleme tarzları hızla değişmeye devam ediyor. Olumlu mu? Şüpheli…


Oscar Wilde, 19’uncu yüzyılda yaşamış İrlandalı bir şair ve oyun yazarıdır. Bir kitabın satır arasında bir deyişini okudum: “Günümüzde insanlar her şeyin fiyatını biliyor, hiçbir şeyin değerini bilmiyorlar.” Yaşam biçimi ve tercihleri nedeniyle başına gelmedik kalmayan ve yoksulluk içinde ölen Wilde’ın kısa süren yaşamı kapitalizmin yükselme yıllarıydı. Belki de bu duruma bir tepki olarak fiyat ve değer arasındaki çelişkiyi ve umarsızlığı ifade etmek istemişti.


Wilde’ın ölümünden bu yana yüz küsur yıl geçti. Bu arada kapitalizm, krizleriyle birlikte giderek büyüdü, yaygınlaştı ve neredeyse tek ekonomik sistem haline dönüştü. Hiç kuşkusuz kavramların ve anlamların değer kaybı bundan çok daha hızlı oldu. Arkadaşlık, aşk, sevgi, ilişki veya evlilik gibi kurumlar giderek daha fazla fiyat ve daha az değer olmaya başladı. Örneğin bir çiftin anlaşması, karşılıklı alınan hediyelerin pahası ve fiyatı ile daha fazla ölçülür oldu. Anlamalardaki, anlaşmalardaki, ilişkilerdeki ve uyuşmalardaki anlamı artık fiyatlar belirliyor.


İnsanlar vardır, kolayca tepki verirler; ne düşünüp hissettiklerini anlamak kolaydır. İnsanlar vardır, onlara bir mesaj ilettiğinizde kendinizi sonsuz derinlikte bir kuyuya taş atmış gibi hissedersiniz; böyle bir durumda karşıdan cevap anlamında mesaj alabilmek zordur. İçinde ne olduğu ve nasıl işlediği bilinmeyen bir kara kutunun davranış ve tepki modelini çözmenin yollarının başında, ona tepki vereceği ve bizim ölçebileceğimiz sinyaller göndermek gelir. İnsanlarla kurduğumuz iletişim ve onlara gönderdiğimiz mesajlar da böyledir. Aldığımız tepkilere göre anlamaya çalışır ve buna uygun cevaplar geliştirmeye çalışırız. Kültürümüze, ahlâki değerlerimize, alışkanlıklarımıza aykırı bir durum ile karşılaştığımızda; içimizden geliveren tepkiyi göstermemek pek kolay değildir. Bu gibi durumlarda söz, dilin ucunda durmaz. Söyleniverir. Denetim, tepkiye yenik düşer. Kimi zaman istenmeyen gerginliklere yol açıldığı da olur.


 


Duygusal gerginliklerin yanlış anlaşılmalardan kaynaklandığı sıkça görülür. İnanın; dinlemeden ve tam olarak anlamadan yorum yapmak sadece Yeşilçam filmlerinin sıradan bir teması değildir. Türü ve şekli ne olursa olsun; bir beyaz perde filmine konu olabilecek yanlış anlamaları önlemek için iletişim kurmayı denemek gerekir. İletişim, yanlış algılamaları önlediği gibi olumlu yakınlaşmaların ve sağlıklı birlikteliklerin oluşmasına da katkı koyar.


Yaşamla ve çevremizle pek çok farklı biçimde iletişim kuruyoruz. Öğrenilebilecek çok sayıda iletişim tekniği ve yolu bulunduğu konusunda hiç kuşku yok. İletişimin ilk adımı, iletişim kurma niyetinden geçiyor. Ama öncelikle karşımızdakini anlamak için niyetli olmak gerekiyor. Olumlu niyet, olumlu iletişimin vazgeçilmez ön koşuludur, diyebiliriz.


Beni anlıyor musun?” veya “Kendimi anlatabiliyor muyum?” cümleleri günlük konuşmalarımız içinde sıklıkla kullandığımız ifadelerdir. Bazen gereksiz, hatta saygısız ama kimi zaman ihtiyaçtan kaynaklanan bu sorulara “Seni anlıyorum” demek yeterli değildir. Anlamamız gereken değişik boyutlar ve içerikler var. Çoğu zaman yüzeysel bir kavrama yeterli olmuyor. Karşımızdaki insanı ve tabii ki kendimizi daha derinlemesine anlamayı denemek zorundayız.


Aynı dili konuştuğumuz halde sözcüklere yüklediğimiz anlamların çok farklı olabileceğini hatırlamak zorundayız. Tam olarak anladığınızdan emin olmadan yargılara varmamalıyız. İletişimin özel ve özgün bir durum olduğunu akıldan çıkarmamak gerekir.


İnsan, anlamadığı şeye sahip olamaz.


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi