
Gürcan Banger
Kentte sosyal adalet
Sosyal olan bir varlıktan söz ettiğimizde; bölüşüm kriteri kendiliğinden konuya müdahil olur. Dolayısıyla sosyal zenginliğin kişi başına dağılımına bakmadan, iyi ya da kötü olduğuna karar verilemez. Ulusal hâsıladan söz edersek; halkın ne kadarının ulusal gelir ortalamasının altında olduğu, ne kadarının ortalamadan kat be kat daha fazla kazandığı da önemlidir. Sosyal zenginliğin büyüklüğü kadar, onun nasıl dağıldığı da anlamlıdır.
Küreselleşme öncesinde ülkeler ve devletler ön plandaydı. Pek çok gösterge, ulusallık ekseninde değerlendirilirdi. 20’nci yüzyılın ortalarından bu yana bölgesel ve kentsel ekonomiler, en az ulusal olanlar kadar dikkat çekmeye başladı. Bir kent de toplumun sosyal tabakalaşmasını andırır. Kentin de geliri az veya çok mekânsal bölümleri vardır. Bir kentte zenginlikler eşit olarak dağılmıyorsa, bu noktada kent yöneticilerinin bakışı ve yönetim anlayışı önem kazanır.
Bazı yöneticiler, kentte sadece zenginlerin yararlanabileceği yatırımlar yaparak, o sosyal ve ekonomik katmanına sunulan rantı artırırken, kimileri kentin ortalama yaşam kalitesi düzeyinin artmasına çaba harcarlar. Yöneticilerin bir bölümü, sadece kentin görünen yüzünü albenili hale getirmeye çalışırken, sosyal adalete önem verenler ise kentsel kullanımın her noktada iyileşmesini sağlamayı hedeflerler. Bu tercih, onların ideolojik ve siyasal bakış açıları ile olduğu kadar kentsel vizyonu ile ilgilidir. Kent yöneticisi için de “ainesi iştir kişinin, lâfa bakılmaz”.
Yönetişim kavramı, ortak katılımlı yönetim veya karşılıklı etkileşimli yönetim anlayışı olarak özetlenebilir. Bu tür yönetim modellerinde ilgili sorun, proje veya karardan etkilenen tüm sosyal aktörlerin sürece katılması öngörülür. Yönetişim, kent yönetim anlayışında bir demokratik açılım olarak geliştirilmiş çağdaş bir anlayıştır.
Dünyada kültürün akışkanlığının artması (kültürel küreselleşme) ile birlikte yeni kent yönetim modellerine ilişkin sözcük ve kavramları biz de kullanır olduk. Ama ne yazık ki, sözcüğü telaffuz ederken gösterdiğimiz başarıyı, kavramın içini doldurmakta gösteremiyoruz. Hatta çoğu zaman bir kavramı gerçek anlamda yaşama geçirmeden, içi boş halde tüketip yok ediyoruz. Pek çok örnek durumda yönetişim kavramının başına gelen de budur. Bu nedenle bizde kentsel yönetim; kişilerin, kendilerini sistemin önüne koyan bağnazlıklarından kurtularak kent yönetişimi haline dönüşememiştir.
Refah; bolluk, varlık ve rahatlık içinde yaşamak anlamına gelir. Kentte yaşayan yurttaşların refahı, kentin yönetimi ile çok yakından ilgilidir. Kentli yurttaşın refahı söz konusu olduğunda; öncelikle yeterli barınma, mülkiyet güvenliği, temiz su, yeşil ve temiz çevre, yaygın sağlık hizmeti, yeterli beslenme, iş bulma imkânları, kamu güvenliği ve kolay ve ucuz ulaşım gibi konular açısından yaklaşmak gerekir.
Kent yönetiminin, kentin kozmetik görselliği fikrine kapılmadan önce dikkate alması gereken konu, temel kentli ihtiyaçlarının sağlanmasıdır. Yetkin ve yeterli bir kent yönetimi, vatandaşların kentten yararlanmasını eşit kılmaya çalışmalıdır. Kent yönetişiminin altındaki temel fikir budur.
Gelişmiş ülkelerle diğerleri arasında kent yönetimi açısından önemli bir fark vardır. Gelişmiş ülkelerde kent yönetiminin ana fikri, kentliye hizmet etmektir. Türkiye gibi henüz o aşamaya varmamış olanlara ek bir görev daha düşer; o da kentte yaşayan vatandaşın kentli haline dönüştürülmesidir. Özetle; muhtemelen kırdan kente gelmiş olan sosyal göçmenin, bir kentli olarak eğitilmesi görevi de bir ölçüde kent yönetimine düşer.