
Gürcan Banger
Aşk Sözcükleri
Aşkın, bir gönül sarhoşluğu olduğuna hiç kuşku yok. Çoğu zaman şiirlerde anlatılan sarhoşluk da içkiden kaynaklanan bir ruh durumu değil. Aşkın yarattığı gönül coşkusuyla, şerbet ile ayran da insanı alıp başka duygu dünyalarına götürüyor. Kimi zaman aksini söylesek de aşkın anlamlarını anlatmak için söze ihtiyacımız var. Her hece, bir anlam yükü taşıyor böyle durumlarda. Sanki bir şapkanın içinden kura usulü çekilen heceler ses olup kulaklarıma erişiyor. Bazen kulaklarımdaki heceler ile aklımda anlamlar bir çocuk koşuşturması içine giriveriyorlar. Birini yakalamaya çalışırken, diğerini kaçırıyorum.
Bir akıl ve gönül heyecanı içinde bambaşka ruh halleri, akşam kırlangıçları gibi çevremde uçuşuyorlar. Birbirine benzer günlerin sıradanlığı içinde; insan olmanın farklılığını nasıl da kaçırıyor olduğuma hayret ediyorum.
Bir süre sonra sözcükler, işinin ehli yapı ustaları gibi görevlerini işlemeye başlıyorlar. Bir bal arısı çalışkanlığı içinde zihnimin tüm kapalı kapılarını birer birer açıp, unutmuş olduğum gerçeklerin gün ışığı görmesini sağlıyorlar. Açılan her kapıdan içeri süzülen ışıkla, uzun zamandır görmeyi unuttuğum zihnimin çeyiz sandıklarının farkına varıyorum. Ellerim, her birini iç içe matruşkalar gibi tek tek açıvermek için acele ediyor. Öyle sanıyorum ki; her sandığı açtığımda hayal meyal hatırladığım yaşanmışlara ilişkin gerçek fotoğraflar bulacağım orada. Kendimi o gerçeklerle yüzleşecek kadar cesur hissediyorum bu kez.
Gözümün önüne damlalarla dolmaya çalışan bir bardak geliyor. Damlalardan neredeyse her biri, öncekinin ve diğerlerinin aynısı… Bardağı doldu sandığımız zaman dahi, bardak taşmamakta ısrar ediyor. Ama öyle bir damla var ki; eşik onunla aşılıyor ve bardak onunla taşıyor. Bunun ruhumda (belki de yaşamımda) bir kırılma noktası olduğunu düşünüyorum. Bu; çayın demini alması, yemeğin kıvamını bulması, tan yerinin ağarması, uzaktaki sesin duyulur veya bulanık cismin görünür hale gelmesi gibi bir şey. Bu anı kaçırmamak gerekli; çünkü bu yaşanan, önemli bir işaret… Yaşamda beni bulan ve fark etmeyi başarabildiğim az sayıdaki işaretten biri...
Düşünüyorum. Örneğin bir insan olarak seni seviyorsam eğer, bu sana verdiğim bir anlamdır. Bu anlam, itiraf etmeliyim ki senin varlığın yüzünden; ama anlamlandıran da benim. Kendimi doğru anlayıp bilmeliyim ki, sana verdiğim anlamın da özünü doğru kavrayabileyim. Sana hangi nedenle anlam yüklediğimi bileyim ki; bunun köklerini sorgulamakta başarılı olabileyim. Demek ki; kişinin kendisini bilmesi gerçekten önemli…
Anlamlandırmanın ne içerdiği de önemli, hiç kuşkusuz. Eğer bir tüketim ilişkisi halindeyse anlam, onu kaybetmek de kolay olacak. Anlamı geliştirip, büyütmek gerek. Onu başka anlamlarla donatmak gerek. Tükenir olmaktan çıkarıp sürdürülebilir kılmak gerek. Yaşamla olan bağımızı –ki bu bağlar, onu çok yönlü anlamlandırmalardır– çoğaltmak ve zenginleştirmek gerekiyor.
Yaşam dediğimizde; çoğu zaman tüketen maddi bir süreci anlıyoruz. Bu da arzuların tatmini ve hazzın edinilmesi anlamına geliyor. Tüketim toplumu anlayışının altında da bu fikir var. Bir kez tüketim güdüsü hız kazandığında; neyin ne kadar tüketilebileceği konusunda bir sınır olmuyor. Beğeni kalıcılığı, para dostluğu veya şehvet sevgiyi yiyip bitiriyor. Haz devrinde her şey yok edilmek için adeta… Yaşama kalıcı ve süreğen mutluluklar, yaşayabilen sevgiler, ahlâklı sadakat ve sağlam duruşlar açısından yeniden bakmak gerekli. Tüketmek için sevmenin, anlamları da yok ettiğini hissediyorum. Ne anlamları ne de anlam yetisini tüketip yitirmemeli; çünkü kendimi anlamlandırdıkça seni de var ediyorum.