Babauta, Goethe ve Erdem

Yaşamın odak noktalarından biri tüketim oldu. Pek çok kavram da –bazı açılardan tartışılabilir olan– tüketim üzerinden tanımlanmaya başladı. Leo Babauta, yayınlanmış kitapları olan bir blog (“Zen Habits”) yazarı ve gazetecidir. Çalışmalarında aşırı tüketime karşı basit ve sade yaşamı savunur. 2009’da yayınlanan “The Power of Less (Az Aslında Çoktur)” isimli, Türkçeye de çevrilmiş olan, yaygın bilinen kitabından sonra minimal yaşam üzerine –henüz çevrilmemiş– başka kitapları da kitapçı raflarında ve İnternette kitap satan sitelerde yerini aldı.


Babauta yukarıda andığım kitabında şu ana fikri inceliyor: “Daha fazlanın genellikle ‘daha iyi’ kabul edildiği bir dünyada yaşıyoruz. Daha fazla paranın, daha büyük evler ve arabalar satın almanın, daha fazla giysinin, eşyanın ve mobilyanın peşinde koşuyoruz. Geçmişin küçük dükkânlarının aksine daha büyük alışveriş merkezlerine ihtiyaç duyuyoruz. Daha fazla tüketiyoruz, daha fazla üretiyoruz ve her zamankinden daha fazlasını yapıyoruz. Ama işin aslı böyle değil. Daha fazla şey yapmak, bir sürü önemsiz şey yaptığınız, aynı zamanda aşırı yükleneceğiniz ve stres yaşayacağınız anlamına gelir. […] İşte; başlangıç için bazı adımlar: Limitler koyun. En gerekli olanı seçin. Basitleştirin. Odaklanın. Alışkanlıklar yaratın. Küçük adımlarla başlayın.


Ivır zıvır kültürü ile çepeçevre sarıldık. Özellikle görsel medya sayesinde en büyük başarısını aynılaşmada elde etmiş bir kitle kültürü, yaşamlarımızın ortak paydası haline geldi. Bu de–konsantre hale getirilmiş, yoğunluğu alınmış, hafifletilmiş kitle kültürü, görsel medya yanında yayın yaşamımızı da sarıyor. Kitap bile içerik olarak değerini, fiyatı yanında yitiriyor. Bugün yayınlanan bazı kitaplar, Goethe’nin 1774’te yazdığı ve insanları peşinden sürükleyen “Genç Werther’in Acıları”ndan daha fazla ilgi görse de, onun kadar soluklu ve uzun ömürlü olamıyor. Bugün büyük yazar olmak, medya ve yayın tekellerinin pazarı reklamla yönlendirmesinden başka bir şey değil.


Eski ve sade günleri hatırladığımda; bazen Goethe’nin Türkçeye “Genç Werther” veya “Genç Werther’in Acıları” isimleriyle çevrilen, orijinal adı “Werther” olan o ünlü eseri aklıma takılır. Hatırlatmak anlamında; Johann Wolfgang Von Goethe, 18’inci yüzyılın ikinci yarısı ile 19’uncu yüzyılın ilk yarısında yaşamış, çok sayıda eser vermiş, Alman ve dünya edebiyatının en önemli yazarlarından birisidir. İnsan ruhunun çalkantıları, etik değerler karşısında insanın duruşu önemli ilgi alanları arasında yer almıştır.


Aşk, Goethe’nin yaşamında ve dolayısıyla eserlerinde her zaman farklı bir yere sahip olmuştur. Özel yaşamındaki duygu fırtınaları, neredeyse birebir olarak eserlerine yansımıştır. Kırgınlıklar ve heyecanlarının aynası gibidir yazdıkları. Çok bilinen, insanın şeytanla düellosu olan Faust isimli yapıtının temellerinde de yaşamının bir dönemine ait sevgi fırtınaları vardır.


Bir yerlerde, “Sözleriniz yürekten gelmedikçe hiçbir zaman iki kalbi birleştiremezsiniz” der. Kimbilir; belki de doymamış bir duygusal ihtiyacın, sevgi fırtınalarının söze dökülmüş anlatımıdır bu. Yaşamını okuduğunuzda Goethe’nin ne yazmaya tutkusunun ne de sevgi arayışının asla tükenmediğini gözleyeceksiniz. Muhtemelen bu nedenle “Aşk daima sonsuzdur ve onun sonsuzluğu asla bitmeyecektir” der.


Sanatta simgeler vardır. Öyle simgeler ki, günlük yaşamımızın birer unsuru haline gelmişlerdir. Örneğin aşkın simgesi kalptir. Goethe de zaman zaman sevgiyi ve tutkuları ifade ederken bu simgeyi kullanır. Kalbin onun için de özel bir önemi vardır. Belki de bu nedenle yaklaşımını “Sevgiye ve ihtirasa kabiliyeti olan bir kalp kadar değerli bir şey dünyada yoktur” diye ifade eder.


Genç Werther’i okuduğumuzda sınır tanımaz duygusal yaşam ile kısıtları olan gerçek yaşam arasındaki farkı bir kez daha hatırlarız. Shakespeare’in “Romeo ve Juliette” isimli eseri gibi pek çok ünlü çalışmada işlenen hikâyenin devamı hayal edildiğinde kahramanlar daima günlük yaşamın hay huyu içinde kaybomuşlardır. Özetle; duygu hikâyelerindeki tutku ve coşkuyu, gerçek yaşamımıza taşımak tam anlamıyla mümkün olmuyor. Sanırım; “Evlilik yaşamında ara sıra kavga edilmelidir. Çünkü insanlar ancak böyle birbirini anlar” derken Goethe, belki de hayalle gerçek arasındaki böyle bir ayırımı anlatmaya çalışıyor.


Goethe’nin dediği gibi: “Güzellik kaybolur, erdem yaşar.


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi