
Gürcan Banger
Ben, Sen ve Biz'e Dair
Bir tarihte ABD’de doktora sonrası çalışma yapan bir sanal arkadaşım e-posta aracılığı ile bir yazı iletmişti. Fazla kafa yormadan özet olarak baktığımızda kişisel gelişim konusunda bir makaleyi andırıyordu. Bu yazıdan biraz daha fazlasını bekleyip metinde sözü edilen konularda aklımı didiklemek istiyorum. Biraz çevreme, biraz kendime bakarak bu yazının bana hatırlattıklarını, çağrıştırdıklarını sizinle paylaşmak isterim.
Yaşamı değerlendirirken tarafsız olabilmeyi önemli bulurum. Eleştirmesine eleştiririm. Değerlendirmeler yaparım. Dersler çıkarırım. Ama söylemimi fazlaca şikâyetler üzerine kurmam. Başkalarından veya kendimden şikâyet etmemin, yaşam koşullarım hakkında başkalarına sızlanmamın yararsız olduğuna inanırım.
Yaşam, genelde bizim isteklerimize göre biçimlenmiyor. Yaşamımıza etki eden faktörlerin pek çoğu bizim dışımızda. Bu gerçeği kabul ederek, hayali beklentiler içinde olmak yerine daha gerçekçi uygulamalar peşinde koşmak kendimizi daha iyi hissetmemizi sağlayabilir. Olumsuz bir olay karşısında “Neden ben?” veya “Farklı olamaz mıydı?” türünde sızlanmaların, beni doğru ve sağlıklı bir ruh haline götüreceği fikrinde değilim. Kader ve alınyazısına inanıyorsanız, onun bu sızlanmalarınızı haklı çıkaracak bir mantığı yok. Şikâyet ve sızlanmalarla değerli zamanınızı ve yaşam fırsatlarınızı harcamayın, derim.
Ben, Sen ve Biz
Doğan Cüceloğlu, ruh bilimcilerin farklı isimler verebildikleri bir üçlemeden söz eder: “Sen, ben ve biz” bakış açıları. “Sen” kalıbına uygun insanlar, fazlaca çevrelerine bağımlı olarak yaşarlar. Onlar için başkalarının ne diyeceği, kendilerinin ne düşündüğünden ve yapacağından daha önemlidir. Bir başka deyişle; kısıtlara ve sınırlara göre yaşar bu insanlar. Bunlara ortayolcu dendiği de olur. Kraldan fazla kralcı denen türde karakterler de bu gruptan çıkar genelde. Herşeyleri çevreye göre tanımlanmış olduğundan şikâyet ve sızlanma da adeta karakterlerinin ana belirleyicisidir.
“Ben” kalıbını muhtemelen iyi tanırsınız. Yaşamlarında hak etmedikleri ölçüde, “ben” fikri öndedir. Ondan iyisi yoktur. O, en iyisini bilir. Asla yanlış yapmaz. Herkese ona göre davranmak zorundadır. Yaşamları “ben” sözcüğü ile başlar, “ben” sözcüğü ile biter. Bu tür kişiler, çevresel faktörleri dikkate almazlar. Diğer insanların ne düşündüklerinin ve bireysel beklentilerinin fazla değeri yoktur onlar için. Başkalarının yerine düşünme ve yapma alışkanlıkları gelişmiştir. Bağımsız olma hakkına sadece kendileri sahiptir, diğerleri zaten kaynağından köledirler.
Aslına bakarsanız; tanıdığım insanları düşündüğümde en fazla yanlışın, “biz” kalıbı konusunda yapıldığını görüyorum. “Biz” kalıbı, genel olarak iki insan arasındaki ilişki olarak anlaşılıyor. O ilişkide de bir tarafın diğerinin ‘tapusunu alma’ girişimi, “biz olmak” veya ‘biz olmanın haklılığı’ olarak anlaşılıp anlatılıyor.
“Biz” olmak önce çevrenin, koşulların ve özellikle başka insanların farkında olmak demektir. “Biz” olmak, insanlarımızla çevremizi sevmek ve onlara saygı duymak demektir. Bireyler olarak hoşgörüyü, yaşamımızın doğal unsurlarından birisi yapmadan “biz” olmamız mümkün değildir. Aynı şeyi empati (kendini başkasının yerine koyabilme yetisi) için de söyleyebilirim. Bir başka deyişle; “biz” bakışını yakalayabilmek için sevgi, saygı, hoşgörü ve empatiden kaynaklanan bağlılıkla birey olmaktan kaynaklanan bağımsızlığımızı bir hamur yapabilmiş olmalıyız. Siyah ve beyaz gibi; bağlılık ve bağımsızlık bir arada var olduğunda yaşamın renkleri belirmeye başlıyor.
Nedenini bilmiyorum; bu yazıyı kotarırken ve “ben, sen, biz” demişken (belki de bir gözlemimin sonucu olarak) aklıma şu cümle takılıverdi: “Sen’in mutluluğun biz’im mutluluğumuz olmayabilir.”