Eskiden, yani 12 Eylül müdahalesi öncesinde ODTÜ, yani Ortadoğu Teknik Üniversitesi Sol ağırlıklı bir Üniversite olarak bilinirmiş.
Hazırlık sınıfında ki öğrenci, sempatizan olmakla tanışırmış Sol ile.
Ardından 1 ve 2 nci sınıflarda, işin içine daha da girer, bir anlamda ustalaşırmış.
Üçüncü sınıfta ise, Sol'un tam bir fikir ve eylem adamı haline gelir, dördüncü sınıfı bitirmeye yakın bu özelliği sürermiş.
Ancak...
Okul yıllarının bitimine yakın baylarmış bir yandan askerlik, diğer yandan mesleği eline alma telaşı.
O yüzden de, o ana kadar hayatın büyük bir parçası olan Sol görüş, yavaş yavaş ikinci, üçüncü planlara itilirmiş.
Genelde, askerlik sonrası Devlet kurumlarında bulunan iş, iyiden iyiye unuttururmuş solculuğu.
Bir müddet sonra ise, tamamen terk edilir, düzene uyuluverirmiş.
Hatta...
İçlerinden, hidayete erenler bile olurmuş...
Bunu çok eskiden anlatırlardı.
Aslına bakarsanız, bu tablo, Türkiye'nin aynı zamanda siyasi ve siyaset tablosunu da yansıtıyor.
Defalarca karşılaştık.
Adam bir siyasi partinin üyesi.
Her ağzını açtığında Parti içi demokrasiden söz etmeden geçemiyor.
Hemen her fırsatta, Demokrasinin uygulanmıyor olmasından yakınıyor.
Genel Başkan cuntası olduğunu söyleyip, Genel merkez baskısından yakınıyor...
-"Herkes seçimle gelmeli. Seçimle gitmeli" diye neredeyse avazı çıktığı kadar bağırıyor.
Gün geliyor, hasbelkader yönetim sırası ona denk geliveriyor.
O güne kadar eleştirdiği Genel Başkan ve Genel başkanın talimatıyla koltuğa bir güzel oturuyor...
Önceden söylediği o sözleri sanki kendisi söylememişçesine;
-"Partimin verdiği görevden kaçmam mümkün değil" diyor.
Tepeden indiği hatırlatıldığında ise;
-"Ne yani? Verilen görevi kabul etmese miydim?" diye de üste çıkmaya çalışıyor.
Anlayacağınız...
Her şey, göreve gelinceye kadar...
Bir koltuk bulduğunda, hemen herkes geçmişi unutuveriyor...
Tıpkı bir hastalık gibi...
Bu hastalık uzun yıllardır devam ettiğine göre...
Bizim ülkemizde ki siyasetin Hasta olmadığını söylemek mümkün mü?