Cehaletin Cesareti

 


 


Televizyon kanallarında değişik türden yarışmalar var. Bunlardan bazıları, yarışmacının bilgi temelli soruları cevaplamasına yönelik… İlgi gören programlardan en az birisini pek çoğumuz, göz-kulak ucuyla da olsa birkaç kez izlemişizdir.


 


Gören göz, duyan kulak için televizyon programları toplumun aynası oldu. Yukarıda sözünü ettiğim program için de aynı savı tekrar edebilirim. Yarışmanın para ödüllü olması, insanları bu tür yarışmalara katılmaya teşvik ediyor. Ama bu teşvik, bir bilgi gösterisi olmaktan daha çok, kişisel ekonomik durumu iyileştirme ortamı olarak algılanıyor. Bu nedenle insanlar bilgi düzeylerine bakmaksızın bu tür ortamların taliplisi oluyorlar. Hatta yarışma sırasında ihtiyaç duyulan para miktarı konusunda yarışmacı ile sunucu arasında adı konmamış pazarlık yapıldığına bile tanık oluyoruz. Sanırım; bu tür para ödüllü yarışmalar, ülkede ekonomik zorlukların hangi noktalara ulaştığının göstergelerinden birisi.


 


Para ödüllü bilgi yarışmalarının sergilediği gerçekler, sadece ekonomik durum ile ilgili değil; aynı zamanda ülkemizde eğitim ve öğretimin içler acısı halini de ortaya koyuyor. Küresel gelişmelerden habersiz üniversite mezununu, sıradan bir tarih-coğrafya veya aritmetik sorusunu bilemeyen öğretmeni, güncel sinemayı bile izlemediği anlaşılan iletişim öğrencisini, genel kültürle bilinebilecek sağlık sorusunu bilemeyen bir sağlık sektörü uzmanını anlamak, dolayısıyla anlayışla karşılamak mümkün değil.


 


Eskiden teknik alanda eğitim görmüşlerin sosyal konuları bilmemesine veya sosyal alanda diploma sahibi bir kişinin teknik konulara uzak olmasına hafif yollu alayla bakılırdı. Şimdi ise kişiler, kendi meslek ve diploma alanlarından bile bir hayli uzak. Burada bilimin ve teknolojinin son derece gelişmiş olması durumuna sığınamayız. Dünya üzerinde bilimsel bilgi miktarı hızla artarken, bireylerin bilgilerini artırmak için gerekli mekanizmalar da aynı hızda gelişiyor. Demek ki; biz, ya bilgiyi talep etmiyoruz ya da bilgiyi edinmek için gerekli araçları başka amaçlarla kullanıyoruz. Sanırım; bu iki seçeneğin ikisi de doğru.


 


Okullarımızın, üniversitelerimizin araştırma ve bilimsel bilgi üretim merkezleri olmaktan hızla uzaklaştıkları, fakat birer öğretim kurumu haline dönüştükleri –ki, bir kısmı için ‘yüksek lise’ terimini kullanıyorum– hepimizin malumu… Akademisyen başına düşen küresel ölçekte kabul görebilecek bilimsel bildiri oranlarına baktığımızda bunu kolayca gözlüyoruz. Yine akademik sistemin ekonomi, sanayi, ticaret ve kültürel yaşam alanlarındaki süreçlere katılımlarına baktığımızda bir kez daha hayal kırıklığına uğruyoruz. öğrenciler ise büyük hızla diplomayı alıp eğitim ve öğretim alanından uzaklaşmak istiyorlar. Okul yaşamı, insanları eğitimin sürekliliğine ikna edemiyor.


 


Diğer yandan; gerek bilişim gerekse iletişim alanında sağlanan ilerlemeleri ne amaçlarla kullandığımızı hepimiz biliyoruz. ülkemiz, sohbet veya benzeri amaçlı olarak İnternetin ve sosyal medyanın en yaygın kullanıldığı ülkeler listesinde ilk sıralarda yer alıyor. Geçmişte yasağın kalkmasıyla birlikte telsiz kullanımındaki seviyesiz furyayı da hatırlayanlarımız olacaktır. Televizyon yayınlarındaki çoğu zaman etik dışı, genelde popüler tüketim kültürüne yönelik programları hatırlatmama gerek bile yok. Mafya, vur-kur temelli medya gerçek bilgiden daha fazla ilgi görüyor. Böyle ‘eğlenceli’ ve arabesk kültüre uygun bir ortamda kim, neden bilimsel bilgiyi tercih etsin ve ona yönelsin ki?


 


Kentlerimizdeki mekânsal kullanım ve yeni tüketim profili de insanları sıradanlaştırıyor. Bireysel kültürün, insanları farklılaştırması ortadan kalkarken; popüler kültür ile yetinen, seri üretim robotlar gibi birbirine benzeyen, yeni bir kuşak yetişiyor. Neredeyse tümünde aynı cehalet ve aynı fütursuz cesaret var. Buna “cehaletin cesareti” demek yanlış olmaz. Nereye baksanız, örneklerini görüyorsunuz. Geleceği kaybediyoruz; ama sanki umurumuzda bile değil. Bir problem var,  ama probleme sahip çıkacak olanlar ortalıkta yok.


 


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi