
Gürcan Banger
Çözümün İzini Sürmek
Yaşadığımız ortam ve şartlarda çözümün izini sürmek, karanlık bir ormanda yol bulmaya benziyor. Her adımda karşımıza yeni sorunlar çıkıyor. Bir sonraki ağacın arkasını merak etmek için gerekli olan cesarete bir türlü sahip olamadık. Sanki yol arkadaşları olarak birbirimizden korktuğumuzu itiraf ederken, aslında kendimizden çekiniyoruz. Bugüne imecelerle gelmiş bir kır toplumundan işbirlikleri, ortaklıklar ve uzlaşılarla büyüyen bir kent toplumu haline dönüşemedik. Bunu başarmamızı engellemek isteyenler, önemli adımlar atmaya kalktığımızda toplumun vesileler yaratarak prangaladılar.
Acılı toplumsal ilerleme sürecimizde iyi öğrenemediğimiz konular oldu. Bazı sorunları kolaycı çözümlerle geçiştirmeye çalıştık. Birlikte kurtulmak yerine bireysel çıkışlar bulmaya özendirildik. Bugün de bu yalanı bir başka şekilde yaşamaya devam ediyoruz.
Sosyal ve ekonomik yükselmeyi hedefleyen bir vizyon, öncelikle mevcut durumla ilgili doğru tespitlerle başlamalı. Değişimi öneren, kendisine ve topluma karşı açık ve dürüst olmalı. Olmayanı var gibi göstererek değişimi yaratmak mümkün değil. Bu ülkenin tarihi, mevcudu olduğundan farklıymış gibi göstermenin yanlışlarıyla dolu... Özellikle son 60 yılda bu hataya çok sık düştüğümüz görülüyor.
En ciddi yanlışlarımızdan biri, sorunu veya çözümü bir kâğıda yazdığımızda işi hallettiğimizi düşünmemiz… Meclisten bir yasa çıkardığımızda, ülkenin ve toplumun darboğazı olan bir problemi giderdiğimizi sanıyoruz. Sorunu görünmez hale getirmekle sorunu yaratan kaynakları ortadan kaldırmak arasındaki farkı hâlâ öğrenebilmiş değiliz.
Anayasamızda demokratik bir devlete sahip olduğumuz yazılı... Özellikle ülkenin İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki tarihine baktığımızda, devletin demokratlığı konusunda ciddi kuşkulara düşüyoruz. Siyasal ve sosyal gündemle ilgilenmeyen vatandaşların bile güncel medya dedikoduları ile kafası her an biraz daha fazla karışıyor. Artık her şeyi bilen, tanımlayan ve denetleyen erkin demokratik olduğuna dair kuşkularımız var. Demek ki, anayasaya (stratejik hedef göstermek açısından bile olsa) ‘demokratik’ yazmakla sorun çözülmüyor. Muhtemelen kendimizi kandırmaya devam ediyoruz.
Bir hukuk devletine sahip olduğumuz ve hukukun üstünlüğünü benimsediğimiz tezine ne demeli? Temel görevi vatandaşa hizmet etmek olan devletin hizmetten daha çok, bir hegemonya hukukuna sahip olduğu apaçık ortada değil mi? Devletin kendisinin benimsediği hukukun üstünlüğü anlayışının yurttaşlara da yansıması beklenmez mi? Ama yaşamsal gündem ve medya manşetleri gösteriyor ki; herkes kendi hukukunu bildiği gibi işletmeye çalışıyor. Dün veya bugün; mafya örgütlenmeleri, paralel yapılanmalar, çeteler, devlet içinde rant kollama sorunları, ailelerin iç çatışmaları terör yoluyla halletmeye çalışmaları veya toplumun marjinal kesimlerinin yasa dışı yollarla yaşamaya çalışması; tüm bunlar hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü anlayışının kağıt üstünde kaldığını göstermiyor mu?
Her devlet yapılanmasında, her yönetim anlayışında veya her tam gelişememiş toplum örneğinde sorunların olması olağandır. Önemli olan, sorunlara nasıl yaklaştığımızdır. Eğer sorunu yaşamın olağan bir parçası olarak algılayıp çözmek için doğru yol yordamla üstüne gidersek sorunu çözmek için yeterli başlangıca sahip olduğumuzu düşünebiliriz. Ama karşımıza çıkan sorunlar ve tehditler, bizi korkutuyorsa o zaman ortada çok ciddi bir mesele var demektir. Eğer sorunlar karşısında bir ortak payda ve birlikte çözüm aramak yerine bu sorunu, rant elde etme veya erki ele geçirme vesilesi olarak anlıyorsak, yine derinleşen bir meselenin ciddiyetinden söz etmeliyiz.
Yaşadığımız ağırlaşan dünya durumunda ilk ihtiyacımız olanın; öncelikle ve ivedilikle birlikte akılcı ve mantıklı çözümlere yönelecek bir zihniyet için çaba harcamamız gerektiği kanaatindeyim.