Değerin İçini Boşaltmak

Erteleme gerçekten daha sonraya ötelemek midir? Eğer daha sonrası var olacaksa böyle kabul edebiliriz. Ama burada iki önemli hata yapma ihtimalimiz var. Birincisi; ‘daha sonranın’ olacağını bilmiyoruz. Bu, geleceğin en farklı özelliği… İkincisi ise erteleyerek şimdi kaybettiğimiz zamanın geri dönüşü, saklanması, depolanması diye bir ‘şey’ yok. Ertelediğin anda ‘o anı yaşama’ fırsatını kaybetmiş oluyorsun. Yaşamı ertelemenin onu kaybetmekle eşdeğer olduğunu kabul etsek mi? Yaşadığını yaşıyorsun; kalanı kaybolup gidiyor.

Diğer yandan zaman da sanki farklılaştı. Bir şey oldu zamana. Sanki artık daha hızlı akıyor. Belki de zamanı yaşamayı zamanı tüketmek olarak algılamaya başladığımız için bu durum bize daha hızlı akan yaşam gibi görünüyor. Zamanın değişimi ile birlikte; yaşama karşı kendimizi ifade tarzımız da değişiyor. Örneğin daha yavaş zamanlarda zamanı farklı, muhtemelen daha fazla anlam yüklü yaşardık. Bunu bir nostalji beklentisi ya da geçmişe özlem duygusuyla söylemiyorum. Aşka ve çevreye karşı daha mahcup olunan o eski zamanlarda kendini ifadenin yollarından biri şiir yazmaktı. Şiir defterleri vardı kimseye gösterilmeyen. Ailede veya yakın yaşam çevresinde yakalanamamış duygular ve özlemler şiir diliyle yazılmaya ve yaşanmaya çalışılırdı. Kimi zaman insanın kendi sevgi ve hasret dünyasının ve kimi zaman kendi iç boşluğunun büyüklüğü karşısındaki şaşkınlık yansırdı bu şiirlere.

Muhtemelen bunlarda Nazım Hikmet, Necip Fazıl, Halide Edip, Peride Celal, Cahit Sıtkı veya Peyami Safa’da okunmuş duygusallığın yarattığı özenme ve merakla karışık heyecan da vardı. Doğrusu; şimdilerde o eski şiir defteri heyecanı var mı, bilmiyorum. İnsanların ilgi ve merak alanları değişiyor. İçinde yaşadığımız maddi dünya, hasretlerin de maddi olana doğru yönelmesine neden oluyor. Şiir yazmak yerine gösterişli giyinmek, popüler ortamlarda bulunmak veya markalı ürünlere sahip olmak öne çıkmış görünüyor: ‘Ben’ pazarlaması…

Birebir iletişimde giderek daha eksikli, zayıf ve duyarsız olmaya başladık. Derinlemesine arkadaşlara ve içtenliği tartışılmaz dostluklara artık pek rastlanmıyor; çünkü yüz yüze birbirimizi iyi tanımak için yeterince zaman ayırmıyoruz. Kapı komşulukları azalırken iyi ve uzun süren arkadaşlıklar da sahneden yavaş yavaş çekiliyor. Derin ve sınırsız sevgilerin yerini bir dozluk beğeniler, hoşlanmalar ve özentiler almaya başladı. Birebir iletişimde ve yakınlaşmada derinliği kaybederken, bir yandan da yeni türden yaygın veya bireysel iletişim araçlarının çoğaldığını gözlememek mümkün değil. Yüzeysel, derinliği kaybolmuş ve dev aynaları gibi kimlik gözbağcılığına uğramış iletişimde başı İnternet çekiyor.

Ona en çok yakıştırılan Fransızca başta olmak üzere Türkçe, İngilizce veya bir başka dilde İnternet ortamında en fazla kullanılan sözcüklerin aşk ve sevgi ile türevleri olması muhtemeldir. Eskiden gizemi ve mahremiyetiyle kişiye özel olan şiir defterleri, sanki İnternetle birlikte su yüzüne çıkmış gibi oldu. İnternetin sohbet ve sunum ortamları, mahcup şiir defterlerinin mütevazılığının aksine bir anlamda aşk gevezeliklerinin cirit attığı ortamlar oldu. Sanki aşkın ve sevginin içi boşalmış tükenişi, bu tür ortamlarda kendini daha iyi ifade ediyor.

Aşk ve sevgi de maddi dünyanın kendisi kadar hızlı tüketilmeye başladı. Bunun adına post-modernizm deniyor. Bir edebiyat dergisini ya da yeni türden edebi sanat kitaplarından birinde –birkaç dakika sonra telaffuzunu unutacağınız– çok daha fazla -izm’li sözcük ile karşılaşabilirsiniz.

Şiir defterlerinden İnternetin ben-merkezli gösterişçi ortamına kayan duygulara yakından baktığımda; aklımda bazı sorular kuyruğa giriyor. Sevgiye olan özlemi ifade eden cümlelerin arka planının gerçekten sevgi ve ilişki temalı olduğundan kuşku eder gibi oluyorum. Duygusal bir görünüme bürünmüş sözlerin arkasında gerçek anlamda bir sevgi sunumu veya özlem ifadesinin varlığından emin olamıyorum. Sanki sevgi sözlerinin arkasında daha fazla tüketmek isteyen tatminsizliğin haykırılışı var. İnternetin vitrinine konulanların; sevginin mi, yoksa tüketici tatminsizlik bataklığının mı ifadesi olduğunu kestirmek kolay değil. Bunları okurken satır aralarına sıkıca bakmak lazım…

Yazanın ne yazdığı önemlidir. Bir o kadar önemli olan, okuyanın yazılandan ne anladığıdır. Çoğunlukla okumalarımızı, –galiba sırf ‘okuyor olma’ fikriyle– derinlemesine düşünmeden ve değerlendirmeden yüzeysel bir tarzda yaparız. Okuduğumuzu değil de; anlamak istediğimizi veya muhtemelen kendimize yakıştırdığımızı anlamaya yöneliriz. ‘Sevgi gevezeliklerini’ okumanın en belirgin yanlarından biri budur. Aşkı ve sevgiyi okurken gevezelikle nitelikli olanı ayırt etmeyi öğrenmek lazım. Aynen sevgi ile beğeniyi, sevgi ile hoşlanıyı ayırt etmeyi öğrenmemiz gerektiği gibi… Sevgi daha fazla tüketmemiz gereken bir duygu ve ilişki değildir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi