Düşüncede Değişim Kaçınılmaz...

Ne yazık ki ülkemizde bilimsel ve kültürel merak çok yetersiz, hatta kalitesiz… Medyatik pencere, dünyada ne olup bittiğini iletmek için oldukça dar ve niteliksiz… Bu arada malum pencere giderek de daralıp küçülüyor. Futbolu, magazini, hatta politik çatışmaları takip edebilsek bile küresel yönelimleri bu şartlarda yakalamak kolay değil. Dünyayı magazin ve futboldaki işlerin ötesinde izlemek lazım… Bilimde, teknolojide, düşüncede, sanatta gelişen her türlü teorik ve pratik katkılar örneklerini yakından anlamak ve öğrenmek gerekiyor. Bu izlemeyi ve öğrenmeyi kurumsallaştırmak geleceği yakalamak için kaçınılmaz hale geliyor. Birtakım akil kişilerin gayretleri ülkenin zihinsel, düşünsel yükünü kaldırmak için yeterli değil.


 


Küresel ve Yerel


20’nci yüzyılın son çeyreğibir kırılma ile başladı. Bu kırılmanın öncesi ve sonrası oldukça farklı özellikler taşıyor. Bu niteliklerin temel iki tanesi –artık birbirine eklemlenmiş olan–‘küreselleşme ve yerelleşme’ eğilimleridir. Bu iki eğilim arasındaki karşılıklı etkileşimi ve doğurduğu sonuçları da unutmamak gerekir.


 


Kırılma sonrası ortaya çıkan sonuçlardan birisi, dünya ekonomisinde ulusların, ulus devletlerin, ulusal ekonomileringörünürlüğünün silikleşmesi yanında kentlerin daha belirgin hale gelmesidir. Her ne olursa ekonomik çıkarlar ilk sıradaki yerini koruyacak. Bu arada –başka çıkar ve niyetlerin de etkisiyle–dinsel ve etnik kimlik gibi faktörler bazı bölgelerde öne çıkıyor. Diğer yandan küresel rekabetin yeni boyutlarından birisi, kentler arası yarıştır. Küresel, ulusal veya bölgesel boyutlarda her kent, rakiplerinin önünde bir pozisyona sahip olabilmek için gayretli ve aceleci çalışmalar içindedir.


 


Eski çağlarda; Babil’in Asma Bahçeleri, İskenderiye Feneri, veya Rodos Heykeli gibi bazı yüksek nitelikli yapılardan –tarihçi Herodot’un bir fikri olarak– ‘Dünyanın Yedi Harikası’biçiminde söz edildiğini bilirsiniz. Son yıllarda ise ‘Avrupa kenti’, ‘Dünya kenti’ veya ‘markalaşmış kent’ gibi kavramlardan sıklıkla söz ediliyor. Bu yeni söylem, kentlerin artan önemini ifade etmek için yeterli bir işarettir.


 


Yükselen Kent


Bir kent, yükselişini kendi kendine gerçekleştiremez. Hiç kuşkusuz; kentler arası rekabet sürecinde geleceğini yaratmak üzere kendini uygun biçimde ‘yeniden organize’ etmelidir. Kentte yer alan ve değişime katkıda bulunacak olan tüm ekonomik, sosyal veya sivil aktörlerin birlikte ve uyumlu hareket etmesi gerekir. Yine yukarıda söz ettiğim kırılma noktasından başlayarak, ağ ve kentsel ağ kavramının ortaya çıkışındaki ana fikir budur.


 


Bir kentsel ağ, konuya bağlı olarak o şehirdeki ekonomik, sosyal veya sivil aktörlerin kentin durum tespitini yapmak, geleceğini tasarlamak ve kentsel gidişatı denetlemek üzere bir araya geldikleri bir iletişim ve etkileşim (gerektiğinde ise çalışma) ortamıdır. Kentsel ağ, zorunlu olarak bir konsey veya platform olmak zorunda değildir. Kentte yapılan ve sonuçları açısından bir kentin geleceğini etkileyebilecek olan bir kongre veya sempozyumda –yarattığı iletişim ortamı açısından– bir ağ veya en azından bir ‘ağ başlangıcı’ sayılabilir.


 


Bazı bilimsel toplantılar vardır ki, sadece bu konuda uzman olan kişilere yöneliktir. Bu tür ortamlarda geniş ve yaygın katılımın gerçekleşmesi beklenmez. Ama bir kongre orada sunulan bilimsel bildirilerin ve yapılan tartışmaların uygulanması açısından bir kenti veya bir ekonomik sektörü etkileme ihtimalini içeriyorsa, o faaliyette kent yöneticilerinin, bürokratların ve en önemlisi iş insanlarının bulunması beklenir. örneğin meslek odalarından ve sivil toplum kuruluşlarından yönetici ve üyelerin yaygın katılımı istenen özelliklerden bir tanesidir.


 


Bilimseli üretmek ve Paylaşmak


Ne yazık ki; ekonomik ve sosyal etkileri olabilecek bilimsel toplantılarda yukarıda sözünü ettiğim katılımı görmek de zorlanıyoruz. Sivil toplum çalışmalarında gördüğümüz katılım düşüklüğünün, bilimsel etkinliklere de yansıdığını görmek üzücü oluyor. Bilimsel ve teknolojik çalışmaların sonuçlarından yararlanmasını umduğumuz yatırımcı, girişimci ve iş sahiplerinin katılımda yerlerini alamadığını gözlüyoruz. Bu gerçek de ülkemizde ve kentlerimizde üniversiteler ile iş dünyasının hâlâ birbirinden ne denli uzak olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Ekonomi ile bilim ve teknolojinin birbirine eklemlenmesi için binalar yapmak, bunlara görkemli isimler vermek veya birilerini kartvizit sahibi yapmak yeterli olmuyor.


 


Bu tespiti yaparkeniş dünyasının kongre ve sempozyum türündeki faaliyetlere ilgisiz kaldığını söylemek haksızlık olur. Farklı kesimleri etkinliklere davet ve teşvik etmede de zafiyet ve eksiklikler var. Kentin ve bölgenin aktörlerinin bu tür etkinliklerdeki yerlerinin ancak sponsor olmaktan öte algılanmadığını itiraf etmek gerekir. Görüntü şudur: ‘Bilim ehli’, kendi ihtiyaçlarına yönelik olarak bir etkinlik düzenliyor ve bunun bedelini de sponsorlara ödetiyorlar. İşe ve uygulamaya yönelik karşılıklı iletişim ve etkileşim bunun ötesine geçmiyor. Bu anlayış da; yeni çağın rekabet koşullarına asla uygun değil. Bir kentte yer alan her aktörün, o kent ile ilgili kaçamayacağı sorumlulukları ve o kentte bulunmaktan kaynaklanan sosyal sorumluluk görevleri var.


 


Akıl ve fikirde gelişime, değişime, dönüşüme ve teşvike ihtiyacımız var. Ne zaman ki; bilimi, teknolojiyi, düşünceyi ve sanatı cebi doldurmanın, banal magazinin ve verimsiz temaşanın önüne koyabileceğiz, o zaman ülkenin geleceğe doğru adımlar attığını göreceğiz. İşin özü bu…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi