Ekonomi, Yaşam ve Kriz

Bir donanımlı siyasetçi, ekonominin iyi ya da kötü gittiğini nasıl bilir de yorum yapar? Muhtemelen ya meslek odalarının açıklamalarına bakar veya makroekonomi konusunda yorum yapan raporları ve uzmanları izler, bulguları kendine göre yorumlar. Seçilmiş makroekonomik göstergeler halkın durumunu ya da işletmelerin yaşamsallığını yeterince ifade eder mi? Her zaman değil… Pek çok durumda makroekonomik göstergelerle, yani ülke ölçeğini ifade eden ortalama değerlerle sosyal yaşam ve geçim standartlarını, istihdamı veya satın alma gücünü reel anlamda ifade etmek zordur. Sokağı sokakta, işletmeyi işletmede, sanayiyi sanayide görüp anlamak lazım…


 


İş dünyasının içinde bulunduğu zorlu süreçlerde en çok duyduğum cümleler arasında “Şu sıra işler kötü” ya da “İşlerin açılmasını bekliyoruz” gibileri olur. İşletmelerimizin kurumsal nitelikleri açısından yetersiz olması nedeniyle ekonomide suların yükselmesini ve bizi de kaldırmasını bekleriz. Sonuçta; sular alçaldığında ineriz, yükseldiğinde yukarı çıkarız. Marifet, inişte ve çıkışta fazlaca pozisyon kaybetmemektedir.


 


çoğu zaman siyasetçilerin ‘fildişi kule’ açıklamalarıyla ekonomik ortamın eski güzel günlere dönmesi beklentisi içindeyiz. Bu arada da krizin ağır baskısına dayanamayanlar iş dünyasından silinip gidiyorlar. Türkiye’ye benzer ülkelerde kriz ve risk ekonomik yaşamın olağan bir parçasıdır. Bunu böyle bellemek lazım… Bu durum değişebilir ama hangi kuşak ne zaman görür, onu kestirmek kolay değil.


 


Mevcut durumda dikkate almadığımız iki önemli unsur var. Birincisi; krize karşı her firmanın alabileceği ekonomik ve kurumsal önlemler mevcut. İkincisi ise yaşadığımız darboğazlar sürecinden sonra ekonomi, asla (en azınca uzunca bir süre) eskisi gibi olmayacak. Firmalar, her zamanki gibi, almaları gereken önlemler konusunda yalnız kaldılar. Firma yönetimlerinin genelde içsel olarak kriz yönetimine yeterince hazırlıklı olmadıkları düşünüldüğünde mevcut durumu olağan bir sonuç olarak karşılamak gerekir.


 


Kriz sonrasında durumun neden farklı olacağına ilişkin birkaç kolay ipucu vereyim. Atasözlerimizden birisi, “Sütten ağzı yanan, yoğurdu üfleyerek yer” der. Yine yanan sobadan eli yananın, ikinci kez sobaya değmeyeceği söylenir. Bu atasözlerinde içerilen anlama benzer biçimde; krizlerde tüketiciler ve firmalar belli dersler çıkarır ve önceki davranış modellerini uzunca bir süre için değiştirirler.


 


Bu kez yaşanan ekonomik sıkıntılar demeti, küresel konjonktürün de etkileri olmakla birlikte ülke ekonomisinin yüksek oranda dışa bağımlılığından kaynaklanıyor. Küresel gelişmeler sonucu sıcak para musluğu kısıldığında ekonomi de bundan çok olumsuz biçimde etkileniyor. Bunun adı dış dünyayla bütünleşmek olamaz. Dışa bağımlılık oranı düşürülmedikçe kurtuluş hayal olmaya devam edecek.


 


Krizle birlikte ülke içinde hem firmalar üretim kapasitelerini düşürmek zorunda kaldılar, hem de toplumların tüketim hacimlerinde ciddi düşüşler oldu. Ekonomik olarak yetersizliğe düşen bireyler, bir yandan ekonomik diğer yandan psikolojik olarak tüketimlerini kesme eğilimi içine girdiler. Bu durumun tüketicilerde daha az harcama eğilimini destekleyeceğine kuşkum yok. Daha az harcama ve daha az tüketme eğilimi, bireylerin krizle kazanılmış bir özelliği olarak varlığını, krizin etkilerini kaybettiği dönemde de sürdürecektir. özetle; ‘Kriz bitti’ diye tüketim eğilimin eski biçimini alacağını düşünmek ancak tatlı bir hayal olabilir. Siyasetçilerimiz de ekonomi açısından sıradan ve günlük önlemleri dile getiren açıklamaları ile bunu doğrular gibiler…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi