Eskişehir, Kentsel Gelişim ve Rekabet – 1


çok boyutlu küreselleşmenin en önemli sonuçlarından birisi, ekonomik ve sosyal aktörler olarak kentlerin öne çıkmaya başlamasıdır. Bu dönemde küresel sermaye hareketleri, ulusal sınırları ekonomik anlamda soluklaştırırken kentleri ekonominin yeni yıldızları olarak gündeme taşıyor. Bu süreçte her kentin ışıltılı bir umut verdiğini söyleyemeyiz. Kaybedenin çok, kazananın az olduğu bu yeni süreçte kentler de kendi potansiyellerine, girişimcilik düzeylerine ve potansiyeli gerçekliğe taşıma güçlerine göre sıralanıyorlar. Bazı kentler küçülürken, bazıları görkemle yükseliyor; kimileri ise bir başıboş büyüme örneği olarak çözümsüzlüğe doğru savruluyor. özetle; kent olgusu bir yandan yükselişi ifade ederken bazı toplumlarda bir çöküşün gerçekliği olarak gündeme geliyor.

Klasik iktisadın uluslararası ticaretin yararlarını göstermek için kullandığı araçlardan birisi, ‘karşılaştırmalı üstünlükler teorisidir’. Bu teoriye göre; iki ülke arasında ticareti mümkün kılan unsur, ülkelerin üretimdeki farklı üstünlük dereceleridir. Bir başka deyişle; bir ülke, diğerine göre hangi mal veya hizmetlerin üretiminde daha yüksek üstünlük sahibi ise o alanlarda uzmanlaşmalıdır.

Küreselleşmenin etkisiyle kentlerin ön plana çıkması, aklımıza hem ulusal sınırlar içinde hem de uluslararası ticaret anlamında bu teorinin bölgeler ve kentler için yorumlanmasını getiriyor. Fakat bu süreçte önemli olan kentlerin herhangi bir zaman dilimindeki mutlak üstünlükleri değil. Kentsel üstünlüklerin sürdürülebilirliği, rekabet açısından vazgeçilmez bir unsur olarak karşımızda duruyor. çünkü artık kent ekonomileri, artan küresel rekabetin aktörleri olarak yaşamak zorundalar.

Kentlerin küresel aktörler olarak ulusal ekonomiye olan katkılarının artması, yeni bakış açıları ve yaklaşımlar geliştirilmesini zorunlu kılıyor. Kentin gelişimine kolaycı yaklaşım, yerli ve yabancı sermayeyi kente çekme ve bununla yetinme yanılsamasıdır. Gerçekten bir kentte sermaye birikimi konusunda bir sıkıntı varsa, bunu aşmanın yollarından birisinin dışarıdan sermaye aktarımı (ve bu yolla istihdamda genişleme yaratma) olduğu düşünülebilir. Ama kentin öz katma değerinin artırılması açısından bakıldığında; yapılması gereken, kentteki tasarruf ve yatırım eğilimleri ile girişimcilik yetkinliklerinin geliştirilmesi olduğu anlaşılır.

Hedeflerine ve ölçeğine göre ulusal veya küresel ekonominin aktörü olmak isteyen bir kent, geçmiş döneme ait bir strateji olan ‘yatırım çekmek ve böylece istihdam yaratmak’ saplantısından vazgeçmek zorundadır. çağdaş kentsel kalkınma anlayışı, kenti oluşturan ekonomik ve sosyal aktörlerin katılımıyla sert rekabet ortamında ayakta kalmayı ve kalıcı büyümeyi sürdürmek olmalıdır. Bu çerçevede kentsel kalkınma ve kentsel sürdürülebilir rekabet gücü için kentteki aktörlerin ekonomik ve sosyal yeteneklerinin geliştirilmesi gerekmektedir. Kent, kendi dinamiklerini canlandırmadığı ve sürdürülebilir kılmadığı sürece yüksek katma değer yaratmada ve kentler arası rekabette başarılı olamayacaktır.

Yarışta hiçbir kentin durumu, artık kolay ve rahat değil. çünkü bir kentin kendisi için cazip bulduğu sermaye akımlarına, yatırımlara ve pazar payına talip olan çok sayıda kent var. Yaşadığımız çağ bir yandan katılımcı yaklaşımları gündemde tutarken; diğer yandan bu sert rekabet gerçeği, kent yönetimi anlayışını stratejik planlama, bütçeleme ve yenilikçi kaynak yaratma eksenine konumlandırmayı zorunlu kılıyor. Kentlerin geleceğe doğru dönüştürülmelerinde ve yeniden tasarlanmalarında yeni yaklaşımlar ile yeni yöntem ve tekniklere ihtiyaç var.

Geçen yüzyılda kentsel gelişmenin birincil yolu, merkezi hükümetten daha fazla bütçe ve yatırım alma şeklindeydi. örneğin 19’uncu yüzyıldan 20’nci yüzyılın ilk yarısına olan sürece bakıldığında; Eskişehir’in kamu yatırımları açısından şanslı bir kent olduğunu görürüz. Hatta öyle ki; merkezi hükümetin yatırımlarının fazlalığı, bu kentin insanlarını kamuda ücretli işgören olma yolunda ciddi anlamda motive etmiştir. Buna karşılık; Gaziantep gibi kamu yatırımları yönünden düşük akım alan kentler ise özel yatırım ve girişim yönünden ciddi gelişmeler göstermiştir. 1960’da mevcut siyasal iktidarın askeri darbe ile devrilmesiyle birlikte Eskişehir’in şaşaalı kamu desteği dönemi de sona ermiştir. Bir kentin sonsuza kadar merkezi hükümetin desteğini alamayacağı gerçeğinden hareketle; bu durumu biraz da olağan karşılamak gerekir. Ama bu da son yıllarda gözlediğimiz iktidara yakın kent yönetimleri ile ‘ötekiler’ arasındaki kayırmayı da haklı çıkarmaz.

(Devamı var)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi