
Gürcan Banger
Eskişehir ve Hemşehrilik
Hemşehri, paydaşlarıyla memleketi aynı yer olan kişidir. Hemşehrilik, ortak paydaları aynı coğrafi alanda kök salmış olan iki kişiden birinin diğerine göre durumunu niteler. Hemşehrilik sözcüğü aynı zamanda, memleketleri aynı coğrafi yer olan veya aynı coğrafi yere ait olma hissini taşıyan kişiler arası ilişkileri ve onlar arasındaki bağları ve bu bağlardan doğan çeşitli kimlikleri tanımlar. Bu bağlar kimi zaman toplumsal kimlik düzeyinde iş görür. Aynı coğrafi mekâna ait olma hissini taşıyan kişiler arasındaki bağlar kimi zaman kişisel kimliğin konusu olur. Hemşehrilik kişilerin öznel olarak hissettikleri 'ben kimliğini' de tanımlar. Kişi kendisini öznel olarak ‘biz’ ve ‘onlar’ ayrımında coğrafi mekânla ve oraya ait olan diğer insanlarla, oranın kültürü ve çevresiyle özdeşleştirir. Hemşehriliğin bir başka boyutu ise kişiler arası güven, birlikte çalışma ve işbirliği ile ortak hedefe -bazen çıkara- yönelme motivasyonu gibi unsurlar içeren sosyal sermayenin dayanaklarından birisini yaratmasıdır.
Eskişehirlilik diyebileceğimiz hemşehrilik anlayışımızın gelişmiş olduğunu söylemek mümkün değil. Bunda 19’uncu yüzyıl öncesinde Eskişehir’in küçük sayılabilecek bir yerleşim olmasının ve daha sonra değişik zamanlarda farklı kültürlerden insanların göçle gelmesinin etkisi var. 50-60 yıl öncesini hatırlayanlar, şehrin kuzey ve güneyi arasındaki Aşağı ve Yukarı Mahalle geleneksel kavgalarını hatırlayacaklardır. Yine eskiler, genel anlamda bazı göçmenlerin (ve kültürlerinin), şehrin bazı yerlileri tarafından nasıl ‘ikinci sınıf’ sayılmaya çalışıldığını hatırlayacaklardır.
Sözün özü; ülkemizin başka şehirlerine oranla göçle büyümüş Eskişehir, kendisini oluşturan farklı kültürleri yoğurarak bir hemşehri kültürü yaratamamıştır. Eskişehirli yurttaşların yatılı okul veya askerlik anılarında bu durumun sıkça dile getirildiğini ve vurgulandığını hatırlarsınız.
Bir hemşehri kültürünün oluşmaması, genellikle o şehri oluşturan farklı kültürlerin kendi içlerine dönmesini sağlar. Etnik kimlikler ile eş kökenli kültürel topluluklar veya inanç grupları, kendi iç bağlarını güçlendirerek ortak bir şehirli kimliğinde erimeye karşı direnirler. Kültürel kimliklerin korunması ve yaşatılmaya çalışılması, tabii ki anlamlı ve değerlidir. Ama günlük yaşamda paylaşılan bir şehrin kaynaklarından yararlanma konusunda ortak paydaya varılamamış olması, kültürler arası gerginliğin de çıkış noktalarının başında gelir.
Bir şehri oluşturan farklı yurttaş toplulukları arasında içe dönmeden kaynaklanan gerilim, zorunlu olarak bir çatışma doğurmayabilir. Daha doğrusu; çatışma, geçmişteki Aşağı – Yukarı Mahalle kavgalarından farklı bir görünüm verebilir. Bugünkü durum da bunu doğrulamaktadır. örneğin bugün farklı etnik ve kültürel gruplar arasındaki çatışma, siyasal partilerde ve sivil toplum kuruluşlarında ‘iktidar mücadelesi’ olarak görünmektedir. Bu tür örgütlerde kişiler, göçle geldikleri memleketlerine ve kendilerini isimlendirdikleri alt-kimliklerine göre farklı rant ve iktidar kavgası grupları oluşturmaktalar.
Yerel iktidar mücadelesinin ve siyasal rant kavgasının tek nedeni olarak etnik ve kültürel kimlikleri gösteremeyiz. Kimlikler, güç ve rant elde etme mücadelesinde bazen etkin bir araç, kimi zaman ise kaynak neden olabilmektedir. Bu konuyu ele alırken asıl vurgulamak istediğim konu, bu farklılıkların şehrin potasında bir hemşehrilik ruhuna dönüşememiş olmasıdır.
Hemşehrilik, şehre sahip çıkmak anlamında çağdaş yurttaşlık yolundaki adımlardan birisidir. Ne yazık ki; bu şehrin geçmişteki yöneticileri ve önde gelenleri, böylesi bir ortak kimliğin oluşması için fazlaca gayret sarf etmemişler. Kendi etnik kimliğimizden birisini, kendi göçmen soydaşımızı veya Eskişehir’de yaşayan kendi memleketlimizi sevip saymışız. Ama bunların dışındakilerle hemşehri olmayı içimize sindirememişiz. ‘Bizden’ olmayana ‘öteki’ olarak bakmışız ve daha soğuk durmuşuz.
Bu yazıyı yazarken, ‘şuralılar veya buralılar’ diye açık örnekler vermiyorum. ‘Şuradan göç edenler’ demekten kaçınarak biraz genel ifadelerle yetinmek zorunda kalıyorum. çünkü yukarıda söz ettiğim sorunlar, açık örneklemeyi de zorlaştırıyor. İsim verdiğimde, söz konusu etnik veya kültürel topluluğun ‘rant tekerine çomak sokmuş’ gibi görünüyorum. Ama gerçekler değişmiyor. Eskişehir hemşehriliği yok. Eskişehir, bir bütün olarak kendi insanını sevmiyor. Eğer Eskişehir, birisini karalayıp yok edecekse ‘yargıda ve infazda’ önce kendi insanını tercih ediyor. Buna karşılık Eskişehir’de bir etnik veya yerel kültürel sahip olmak; sosyal dayanışma, işbirliği ve ortak gelecek tasarımına yönelmek anlamında Eskişehirli olmaktan önce gelebiliyor.
Eskişehir, bir yandan kendi kaynakları ile geleceğini yaratmaya çalışıyor. Ama kendi insan potansiyelini yok ederek gidebileceği fazla mesafe olmasa gerek. Eskişehir’e hizmet etmenin yolu, öncelikle ortak değerleri ve sevdaları olan ‘Eskişehir hemşehrisi’ olmaktan geçiyor.