Gelecek ve Gerçek Algısı

Bilişim ve iletişim teknolojileri ile küreselleşme olgusu ile birlikte ‘bağlantılılık’ konusunda farkındalığımız arttı. Örneğin küresel krizlerin, ‘her şeyin’ birbirine bağlantılı olması nedeniyle hızlı yaygınlaşması bu inancımıza kaynak oluşturdu. İnternet sayesinde fiziksel mesafeler sanallaşarak ortadan kalktı. Çok farklı köken ve özelliklere sahip kişi ve topluluklarla etkileşimde bulunabiliyoruz. İklim değişikliği, küresel ısınma ve yaşam çevresinin bozulması bölge ve ülke ayırt etmeden tüm insanlığı tehdit ediyor. Bunlara bir ‘bütün’ olarak baktığımızda toplumlar, insanlar, nesneler ve olaylar arasındaki bağlantılılığı ve bütünselliği daha net görebiliyoruz.

Diğer yandan geçen yüzyılın ortalarından bu yana felsefedeki (ve yakından ilgili yan dallardaki) gelişmeleri izlediğimizde, felsefenin kendisini daha özgün nişlere (boşluklara) doğru yönlendirdiği şeklinde bir manzara izliyoruz. 19’uncu yüzyıldan bu yana felsefenin evren ve insan kurguları yapan büyük ve toplam sistemler yerine hem metodoloji hem de çalışma teması olarak özgünleşmeyi (odaklanmayı) tercih ettiğini görüyoruz. Matematik, mantık, analitik yaklaşım, dil, bilimsel metodoloji veya teknoloji üzerine yapılan çalışmalar daralarak özgünleşme yönelimini doğrular niteliktedir.

Bilimin ve teknolojinin ulaştığı nokta, bize belli belirsiz şu an yaşadığımızdan ‘çok daha fazlasının’ olacağını ima ediyor. İnsanlık, hiçbir çağda görmediği hızlı bir değişimi yaşıyor. Ya bu hız artarak devam edecek ya da toptan bir kırılma yaşanacak. İster hızlansın isterse kırılsın; sürecin kendisi gibi sonuçları da tüm insanlığı etkileyecek biçimde bağlantılı ve küresel olacak. Bu da kendini insanın düşünme temelinde konumlandıran felsefe için yeniden holistik (bütüncü) bir tanımlama anlamına gelir. Geleceğin felsefesi metodoloji ve tema olarak evreni, dünyayı, insanlığı ve yaşamla ilgili diğer ‘şeyleri’ birbirinden kopuk ve bağlantısız olarak ele alamaz. Belki bir dev sistem kurgusu halinde değil ama düşünme sistematiği olarak geleceğin felsefesi tekrar bütüncü (holistik) olmayı tercih edebilir.

20’nci yüzyıldan bu yana felsefe kendisine yeni bir kimlik arayışında görünüyor. Fizik (özellikle teorik fizik) alanındaki çalışmalar geçmişte felsefenin alanına giren konuları ciddi biçimde etkiliyor. Evren ilgili düşünce geliştirme alanlarında teorik fiziğin, felsefeyi gerilettiği gibi bir görüntü çıkıyor. Felsefenin özgün nişleri doğru geri çekildiği izlenimi, başta teorik fizik olmak üzere bazı bilim ve disiplinlerin evren, kıyamet varoluş, canlı yaşamın ve insanın oluşumu gibi konularda ürettiklerinden kaynaklanıyor olabilir. Felsefe bu reel veya sanal geri çekilişini sürdürecek mi? Yoksa yeni bilimsel bulgular üzerinden bunlara yeni açıklamalar ve bakış açıları getirecek?

Bilim ve felsefenin düşünsel alanlarında neden-sonuç ilişkisini katı biçimde öne süren determinizmin etkileri giderek silikleşiyor. Olasılık, rassal olaylar (stokastisite) ve bulanık mantık konularında ciddi teorik ve bilişim ortamlarında uygulamalı çalışmalar var. Diğer yandan evrenin duyu organlarımızla algılanabilecek olanın çok ötesinde özellikleri olduğunu yenilenen temel bilimler sayesinde öğreniyoruz. Dün ‘nesnel’ veya ‘doğru’ olarak bildiğimiz, bugün –dünü yanlışlayarak– çok farklı biçimde karşımıza çıkabiliyor. Böyle bir durumda kendimizi “Gerçeğin gerçek olduğu nereden belli?” diye sormaktan alıkoyamıyoruz.

‘Doğru, nesnel veya gerçek’ olarak nitelenebilecek kavramlar, bu niteliğini bir referansa dayalı olarak açıklayabilmek zorunda. Geçmişte büyük ölçüde duyu organlarına ve deterministik düşünme yaklaşımlarına bağlı olarak açıklama tarzı, artık ikna edici değil. Paralel evrenlerin varlığı, zaman kavramı, evrenin (dünyanın ve insanın) oluşumu gibi yeni tartışmalar geçmişin algılama ve düşünme tarzları ile yetinemeyeceğimizi gösteriyor. Belki de geleceğin felsefesi evreni, varoluşu ve kıyameti yeniden açıklamak için yeni referans noktaları oluşturacak.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi