Gülmek



Olumsuzluk ve negatif düşünme adeta genlerimize kodlanmış gibi… Bunda tümüyle haksız olduğumuzu da söyleyebiliriz. Çağlar boyu kötü şartlarda, baskı altında yaşamak kişisel zihin haritamızı olumsuzluk yönünde şekillendiriyor. Şarkılardan sözlü edebiyata, siyasetten sivil kültüre kadar negatif unsurlarla donanmış haldeyiz.

Gülmenin ayıp olduğunu kabul eden bir günlük ahlak anlayışımız var. Güldürü edebiyatına, günlük mizaha baktığımızda orada da bu negatif sosyal ruhun izlerini görüyoruz. Örneğin karikatür alanı bile insanı güldürmekten çok daha fazla oranda ‘iç sızlatmaya’ yönelik bir konum almış. Mizahın acı ve hüzün dışında uzanabildiği başlıca temanın cinsellik ve tensel tatminsizlik olduğunu izliyoruz. Hiç kuşkusuz; bu konuda kapsamlı araştırmalara ihtiyaç var, ama gazete manşetlerini, mizah dergilerini karıştırmak ya da sosyal medya platformlarına göz atmak durumu açıklıkla görmeye imkân veriyor.

Gerçek veya sanal; iç dünyamızla ilgili ‘sorunlara’ bir iyileştirici etki yapmak açısından gülmek iyi bir ilaçtır. Gülebildiğimizde beyin etkinliklerimiz mutlu bir insanınkine benzerlik gösterir. Yoğun çalışma şartlarında bunaldığımız bir iş gününde bir arkadaşımızla biraz sohbet edebilmek veya bir şakayı ya da fıkrayı paylaşabilmek daima rahatlatıcı etki yapar.

İlköğretimin ilk yıllarında bir sınıfta çocuklara kimin şarkı söylemek istediğini, fıkra anlatabileceğini ya da resim yapabildiğini sorsanız muhtemelen pek çok el havaya kalkacaktır. Buna karşılık orta öğretimin son yıllarına doğru muhtemelen aynı soru tepkisizlikle karşılaşacaktır. Yaşımız ilerledikçe kendimize ayıplarla sınırlanmış bir kalıp belirliyoruz. Bu katı profilin dışına çıkmamak için çaba harcıyoruz. Bu bağlamda gülmek (gülmenin keyfini sürdürebilmek) de adeta ‘güme gidiyor’.

Hepimiz kendi memnuniyetimizi ve iyi hissetme halimizi artıracak (bizi eğlendirip güldürecek) eylemler ve deneyimler bulabiliriz. Gülmek kendimizi iyi hissetmemizi sağlayan hormonların salgılanmasını çoğaltır. Buna karşılık gerginlik nedenlerinin ortadan kalkmasını sağlar. Uzun süreli iyi hissetme halinin ise bedensel sağlık sorunlarının aşılmasına katkı yaptığını doğrulayan sayısız örnek bulabiliriz.

İyi hissetme halimizi artırmak için (mevcut olana göre farklılaşmış, çeşitlenmiş ve zenginleşmiş) deneyimlere ihtiyacımız olabilir. Belki de çok basit fırsatlarla bu imkânı yakalayabiliriz. Güneşin yakıcı, yağmurun ıslatıcı olduğuna dair ezberimiz var. Hâlbuki güneşli veya yağmurlu bir günün keyfini aynı oranda yakalayabilir ve bunu kişisel algımız düzeyinde ‘iyiliğe ve olumluluğa’ dönüştürebiliriz.

Gülmenin ve bu bağlamda mizahın yukarıda özetlediğim çerçevedeki etkilerini unutuyor gibiyiz. Hiç kuşkusuz; bunda bizi çepeçevre saran sosyal kültürün yarattığı mahalle baskısının etkileri de var. Muhtemelen mizahın yeni türden açılımlarına ve yorumlarına ihtiyacımız var. Bunu diğer kültür dallarında da başarabilmeliyiz.

Sosyal ve sözel kültürümüzün bir bütün olarak acılı ve hüzünlü olduğunu söylemek biraz haksızlık da olabilir. Mizahı akıllı ve güldürücü biçimde kullanan figürlerden bir tanesi Nasreddin Hoca’dır. Bu bilge kişi tek bir insanın dar kalıplarını aşmış ona yakıştırılan fıkralarla birlikte kendi başına (ama ne yazık ki yeterince işlenmemiş) bir mizah kültürü ve felsefe haline gelmiştir. Güldürmese de gülümsetebilecek bir yakıştırma da ben örneklemek istiyorum.

Nasreddin Hoca bir gün yol üzeri dertli, tasalı olduğu açıkça belli olan yaşlıca bir adam görür. Bir insanın derdini paylaşmak adına, “Hayrola hemşehrim; nedir derdin?” diye sorar. İhtiyar adam derin bir ah çeker ve “Hayatım bir dertler, tasalar yumağı halinde geçti. Birinden kurtuldum, diğerine yakalandım. Bir meyve bahçem vardı, sel aldı, yel aldı. Hanımı geç yaşta hastalıktan yitirdim. Kızım ne idüğü belirsiz, hayırsız bir adama kaçtı. Oğlum desen hırsızlıktan soygunculuktan başka bir iş bilmez. Hani diyorum ki, ölsem daha iyiydi.” Hoca bu zor durum karşısında “Haklısın. Gerçekten hayat seni kötü vurmuş” der. Yaşlı adam abartır ve üsteler: “Keşke diyorum, hiç doğmamış olsaydım…” Bu kez Hoca zoraki bir şey söyleme ihtiyacı hisseder: “Ah, kimde var ki öyle şans! Hepimiz bir çuval ceviz olsak belki bir tanesine…”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi