Hangi Sonuç İçin Hangi Neden?

İnsanın düşünme süreçleriyle (dolayısıyla yaşamıyla) ilgili en ciddi yanlışlardan biri, hatalı neden-sonuç ilişkileri kurmada ortaya çıkar. Kimi örneklerde atları arabanın arkasına koşar ve neden sonuç alamadığımıza şaşarız. Bazı durumlarda farklı hızlarda dört atı arabaya koşup neden çok da hızlı gidemediğimiz karşısında şaşırırız. Bu ve benzeri yanlışların büyük çoğunluğu yanlış ezberlerden gelir. Bazen geçmişte geçerli olan bir ezberin değişen şartlar nedeniyle artık işe yarar olmadığını göremeyiz.

Yaptığımız neden-sonuç ilişkilendirmesi hatalarından biri, bir sonucu doğru veya geçerli ya da etkili olmayan bir nedenle ilişkilendirmektir. Örneğin otomobilin ön camının temiz olması rahat bir sürüş açısından kolaylaştırıcı olabilir, ama iyi sürüşün ana nedenlerinden biri değildir. Bu tür örnekleri insan yaşamından da bulabiliriz. İnsan olarak amacımız nedir? Bu amaç bir sonuç ise ona ulaşmamızı sağlayan nedenler neler olabilir? İnsanlığın sıklıkla kendine sorduğu iki soru olmasına rağmen en fazla yanlış neden-sonuç ilişkilendirmesinin türetildiği örneklerden biri de bu ‘ezelden ebede’ sorulardır.

Diyelim ki; amacımız insan olarak mutlu olmaktır. Böyle bir amaca bir seçim olması açısından saygı duyabiliriz. Mutlu olmak için başarılı olmak gerekir mi? Mutluluk adını verdiğimiz sonucu elde etmek için başarı bir neden midir? Yaşama sevinci dolu, mutlu bir hayat zorunlu olarak başarılı bir yaşam mıdır? Bir başka örnek olarak; hazzın kendimizi daha iyi hissettirdiğini biliyoruz. Haz ve mutluluk arasında bir neden-sonuç ilişkisi kurarak daha fazla mutlu başarabilir miyiz? Sonsuz haz, sonsuz mutluluğun nedeni olabilir mi? Daha fazla haz almamızı sağlayan tüketim odaklı bir yaşama odaklanarak ‘sonsuz mutluluğu’ yakalayabilir miyiz? (Bir kez daha insanın ‘sonsuz mutluluk’ hayali ile ‘ölümsüzlük’ arayışı arasındaki gizil bağlantıya dikkat çekmek isterim. İnsanın pek çok inanışının ve ritüelinin arka planında birbirine eklemlenmiş olan bu iki ‘amaç’ yer alıyor.)

Önemli miktarda ödeme yaparak bir ev satın aldığınızı ve burada yaşadığınızı düşünelim. Orada yaşamanın sizi mutlu edeceği kanaatindesiniz. Sizi mutlu eden gerçekten bu ev midir? Yoksa onu satın almak için büyük bir ödeme yapmış olmanız mı sizi mutlu ediyor? Bir başka deyişle; fiyat ile mutluluk arasında doğru orantılı bir neden-sonuç ilişkisi mi var? Daha pahalı bir ev alsaydınız daha mutlu mu olacaktınız? Eğer bu evde yaşadığımız için mutlu olduğumuzu hissediyorsak, muhtemelen burada mutluluğumuza katkı yapan öz bizim onu anlamlandırmamızdır. Örneğin bu anlam sevgidir. Eğer evimi seviyorsam bu ‘ruhsuz yapı’ beni görece daha mutlu etme potansiyeli taşıyabilir. Dolayısıyla mutluluğu yaratan ‘şey’, evin kendisi değil, ev ile benim aramdaki anlam ilişkisidir; benim onu anlamlandırmamdır.

Mutluluğun sonuç olarak kabul edildiği bir algı ortamında aşk, kabul görmüş mutluluk nedenlerinden biridir. Pek çok insan mutlu olmak adına aşkı talep eder, arar. Bulduğunu ve yaşadığını hissettiğinde dünyada ondan daha ‘mutlu’ bir başkası yoktur; hatta en büyük aşk (en fazla mutluluk ‘tedarik eden’ aşk) kendisininkidir. Ama aşkın taraflarının arasında mesafeler, ayrılıklar, ihanetler ve terk edişler girdiğini düşünün. Aşk masallarını, hikâyelerini, romanlarını ve filmlerini ilginç hale getiren aşkın insanı mutlu etmeyen unsuru değil midir? Aşk dediğimiz olgu, bizim mutluluk adına geliştirdiğimiz bir anlamdır; bir ilişkinin anlamlandırılmasıdır. İnsani imalatımız olan bu anlam, öz olarak olumluyu ve olumsuzu aynı anda içinde taşır. Bu öz sayesinde mutluluk, mutsuzlukla birlikte yaşar. Mutsuzluk mutluluğu besler; büyütüp geliştirir ya da zayıflatıp öldürür.

Özetle; hüznü bilmesem sevinci, kötüyü bilmesem iyiyi, mutsuzluğu bilmesem mutluluğu nasıl tanıyıp kavrayabilirim. Yaşamsal mutluluk neyi, ne zaman, nerede, nasıl, neden ve kiminle yaşadığımıza verdiğimiz anlamla beliriyor. Öyle bir anlam ki, aynı zamanda kendi karşıtını ve kendi geleceğini de kendi içinde taşıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi