
Gürcan Banger
Hayvanları Korumak
Kış aylarını yaşıyoruz. Hava, dış ortamda yaşam şartlarını zorlayacak nitelikte… İnsanlar ev ve çalışma ortamlarında kış şartlarına karşı önlemli olmayı sürdürüyor. Evsizler ve yoksullar için ise yaşam çok daha zor… Bir de; cadde ve sokakları paylaştığımız diğer canlılar var. Artık kentin ayrılmaz parçası olmuş hayvanlar da evsizler ve yoksullar gibi ağır kış şartlarına karşı korunup kollanmaya ihtiyaç duyuyorlar.
Bu ülkede hayvan haklarından söz ettiğinde (hele ki ülkenin başka sorunlarla boğuştuğu dönemlerde hayvanlarla ilgili konuları dile getirdiğinde) malum yaygara başlar: “İnsanların dertleri bitti mi de sıra hayvanlara geldi?”, “Memlekette o kadar sorun var ve kan gövdeyi götürürken hayvanları korumakta neyin nesi?” Özetle; düşük sosyal kültür toplumlarının eziklikleri kış şartlarında bir kez daha ortalıklarda sergilenir. Bir sorun, bir başka sorunun karşısına konur, karışmış yumak haline getirilip çözümsüzlüğe bırakılır. Bu alaturka mantıktan kurtulmadığımız sürece her türlü sorunlar yumağından da kurtulmamız mümkün değil.
Hayvanları koruma duygu ve düşüncesi ile ilgili temel bir yanlış var. Sorunun kaynağı da burada zaten… Hayvanların korunması, evlerinde hayvan besleyenlerin sorunu değildir. Hayvanların sürdürülebilir yaşam sürdürmeleri, evinde hayvan beslesin veya beslemesin, evde hayvan beslemeyi uygun bulsun veya buna karşı çıksın toplumu oluşturan tüm bireylerin sorunudur. Çünkü bu konu; yaşam çevresini koruma ve geliştirme, tüm canlıların yaşamına saygı, yaşadığımız dünyanın ve evrenin sürdürülebilirliği ile kalıcılığı meselesidir.
İnsan yaşamını koruyup geliştirdiğimiz gibi bu dünyayı var eden tüm yaşam çevresini (burada yer alan hayvanlar ve bitkiler ile bizim doğal yaşam çevremizi oluşturan cansız doğayı da) korumak ve savunmak zorundayız. Hayvanları koruma adına yapılan eylemler özü açısından yaşam çevresini koruma ve sürdürülebilir kılma çabalarının bir parçasıdır.
Yakınlarımızla veya arkadaşlarımızla aramızda farklı mesafeler var. Kimisiyle daha yakınız, bir başkasına daha uzak… Sosyal kültür gereği ya da deneyimlerimize bağlı olarak bazı hayvanları kendimize daha yakın buluruz, kimileri bize daha soğuk gelir. Küçüklüğünüzde ürküttüğünüz için bir köpek tarafından korkutulmuş ya da rahatsız ettiğiniz bir kedi tarafından tırmıklanmış olabilirsiniz. Bu da sizde bir çekince yaratmıştır. Bunları olağan karşılayabiliriz. Ama konu, insanı sevmek veya hayvanı sevmemek gibi genel ayrımcı bir noktaya geldiğinde iş değişir.
Yaşam çevresini unsurlarına ayırarak sevemeyiz. Çok net söyleyebilirim ki; insanları sevdiğini ama hayvanları sevmediğini söyleyen bir kişi gerçekte insanları da sevmiyordur. Onun bir ‘sevgi ve saygı yalancısı’ olduğunu söylemek ona karşı haksızlık olmaz. Çünkü sevgi bir bütündür ve özel durumlar dışında yaşam çevresinin bir bütün olarak doğrudan kendisi ile ilgilidir. Dolayısıyla o yaşam çevresini onu oluşturan tüm unsurlarıyla severiz ya da bireysel sevgi kurumumuzda bir sorun var demektir.
Yaşam çevresi ile ilgili çalışmalar önce kirlilikle mücadele şeklinde başladı. Ardından çevrecilik ve doğa koruma aşamalarını yaşadık. Şimdilerde ise bu konuyu daha kapsamlı olarak anlıyor ve korunması gerekenin yaşam çevremiz olduğunu söylüyoruz. Bu çevrede kimler var? İnsanlar, hayvanlar, bitkiler ve cansız varlıklar… Bunların tümünü birden korumayı özümsemek zorundayız.
İnsan olarak var olmaya devam edebilmek için sürdürülebilir bir yaşam çevresine ihtiyacımız var. Bu yaşam çevresinin oluşumunda diğer canlıların da vazgeçilmez bir yeri var. Bunlardan herhangi birini yok edilebilir bulan bir mantık, –bilmem kaç numaralı yasaya dayanarak ya da kendi keyfince– yarın kendi türünden birini de yok etmeye hazır demektir.