Her Yerleşimde Benzer Manzara

Ranta dayalı kentleşmenin iflası artık açık bir şekilde görülüyor. Orman yangınlarından sellere, kent içi çözümsüz trafikten asayişe olaylarına kadar her yönden bu iflasın işaretleri var. Küresel iklim değişikliğinin getirdiği yeni sorunlar da bu tatsız yemeğe su katıyor.


 


Son yıllarda ülkemizin değişik kentlerine gittiğimde, neredeyse her yerleşimde benzer sorunların yaşandığını gözlemliyorum. Düzensiz ve rantçı yapılanma, düşük kaliteli yapılar, özensiz ve kötü izlenim veren görsellik, insanı boğan trafik yoğunluğu, umursanmayan taşıt park sorunları, hızla tırmanan çevre kirliliği, afet ve acil durum riskini algılamayan ve riske karşı önlem almayı öngörmeyen zihniyet ve benzeri sorunlar derhal dikkat çekiyor. Bu manzaralar, ülkenin her noktasında genel hatlarıyla ciddi düzeyde bir kentleşme sorunu olduğunu gösteriyor. Bunu söylerken; haklarında olumlu izlenimler ifade edilen kentlerimizi de ayırt etmiyorum. Çünkü her çözümde yeni sorunlar yaratan başıbozuk kentleşme süreci pohpohlanan yerleşimlerde de sürüp gidiyor. Bu arada malum pohpohlama sürecinde şakşakçı yandaşları da anmadan geçmek olmaz.


 


1980’lerin başına kadar ülkemizde kentleşme, üzerine gidilmesi gereken bir sorun olarak anlaşılmadı. Öncelikle ekonomik büyümeyi (dolayısıyla sosyal sorumsuz kapitalistleşmeyi) hedefleyen yaklaşımlar, kentleşme gerçeğini ülkenin gündeminin dışına itti. Böylece 1950’lerden 1980’lere kadar olan sürede kentler, kendi dinamikleriyle başıboş büyüdüler; yoğun göçe maruz kaldılar, gecekondulaşmanın olumsuz etkilerini yaşadılar, tarihi ve kültürel özelliklerini kaybettiler. Bu dönemin yarattığı olumsuzluklar, hâlâ aşılabilmiş değil.


 


1980 öncesi yaklaşım, üretim esaslı olarak ekonomik büyüme üzerine kurgulanmıştı. 1980 sonrası politikalarının bir sonucu olarak dışa açılma ile birlikte toplum, üretim temelli olmaktan tüketim güdümlü olmaya yöneldi. 20’nci yüzyılın son çeyreğinde tüketim esaslı ticaret ve organize perakendecilik öne çıkarken; kentler, alışveriş merkezlerinin işgaline uğradı. Her türden ve farklı kalitelerden konut yapıları, kentleri düzensiz biçimde büyütmeye başladılar. Orta dönemde kentsel çöküntü bölgesi haline gelebilecek yeni yerleşim alanları oluştu.


 


Yapılaşmanın hız kazandığı bu dönemin özelliklerinden birisi, özellikle kent merkezlerinde artan rant oldu. Arazi, konut ve işyeri fiyatları ile birlikte kiralar da bir patlama biçiminde yükselmeye başladı. Küresel krizin etkilerini yaşadığımız şu dönemde kapanan işyerleri, küçük tüccar ve esnafın seri halde iflası, büyük caddelerde her gün bir yenisini gördüğümüz boşaltılmış dükkanlar bu rant sürecinin olağan sonuçlarından sadece bir tanesidir. İşin ilginci; bu soruna çözüme katkıda bulunmak üzere hiçbir yönetim birimi sahip çıkmamış; hatta yerel yönetim birimleri kent merkezlerindeki rantın yükselmesi sürecini yaptıkları uygulamalarla pompalamışlardır.


 


Kentlerimizin bugün geldiği noktayı sadece başıboşlukla veya sorunlara karşı kayıtsızlıkla açıklamak mümkün değil. Bugün bulunulan olumsuz noktanın ve yaşanan sorunların altında 1980 sonrası döneme ait bir yönelimin etkilerini iyi tespit etmek gerekir.


 


20’nci yüzyılın son çeyreği ile 21’inci yüzyılın ilk çeyreğinde kent yönetimlerinde gözlenen eğilim, öncelikle planlama anlayışının yerini –çoğu zaman rantçı– projecilik gibi bir yaklaşımın almasıdır. Böylece bir master planın içinde yer alması ve bu plana uyumlu olması gereken projeler, akla geldiği, başkanın beğendiği veya rantçıların işaret ettiği gibi yapılmaya başladı. Böylece kentsel bütünlüğün bozulması daha ivmeli hale geldi ve kentler ne idüğü belirsiz ‘tasarımlara’ dönüştü.


 


Yine bu dönemde; kamusal yarar piyasanın görünmez eline, kentli vatandaş olmanın erdemi müşteri kârlılığına ve kentin gelişimi iç-dış sermaye transferlerine yerini bıraktı. Aynı zaman diliminde kentsel üretim gerilerken, kent yerleşimleri tüketim odakları haline geldi.


 


Bugün kentlerimiz, genel hatları açısından yukarıda çizdiğim gibi bir görüntü veriyorlar. Pek çok yerleşimde yerel yöneticiler, sadece görsellik üzerine kurgulanmış uygulamalarla bu sorunlu görüntüyü maskeleme peşindeler. Belki de maskeleme peşinde olduklarını söyleyerek onlara haksızlık da ediyor olabilirim. Yaşanan gerçek sorunların farkında ve bilincinde olmamaları nedeniyle böyle davranmaları ihtimali de yüksektir. İşte; halkın, vatandaşların ve sivil toplumun kent yönetimine neden katılması gerektiğinin ana fikrini oluşturan unsurlardan birisi budur.


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi