
Gürcan Banger
İnsan İnsanın İletişimi
Hepimizin geçmişte veya bugün taşıdığı (ya da gelecekte taşıyacağı) statüler ve etiketler var. Bunların bazıları ile geçmişte etiketlenmişiz ama bugün farklı bir profile ve imaja sahibiz. Yaşam, hepimizi az ya da çok değiştiriyor. Ama ısrarla geçmişe sıkı sıkıya bağlı kalmaya çalışanlar da var.
Geçmişte farklı görüşlerde olduğumuz ama bugün yakın mekânlarda yaşadığımız insanlar var. Sokakta karşılaştığımızda birbirimize selam vermekte çekinceli davranıyoruz. En azından yolda yürürken karşılaştığımızda gülümseme “Merhaba” demek isterim. Belki bana yönelik olarak böyle düşünen başkaları da vardır. Ama geçmişteki örneğin siyasal algımız hala birbirimizi ‘rakip’ olarak görmemize neden oluyor.
Geçmişte yakın tanış – arkadaş olduğumuz insanlar var. Bugün farklı konumlardayız ya da görüşlerimiz farklılaşmış. Bunu insanca bir selam vermenin önünde engel kabul ediyoruz. “Merhaba” demekten, ayaküstü birkaç cümle konuşmaktan kaçınıyoruz. Toplumsal uzlaşmanın ilk adımı kişisel iletişimdir. İletişim kurduğumuz için görüşlerimizden ya da yaşam biçimimizden vazgeçmemiz gerekmez. Bu ülke iletişim kurmamanın sonuçlarını çok acı biçimde yaşadı. Özgür yaşamda diyalog kurmakta çekince yaratanlar, baskıcı rejimlerin hapishane koğuşlarında konuşmak durumunda kaldılar. Birbirimize kıyasıya ‘rakip’ hatta ‘düşman’ olmanın zararlarının doğrudan doğruya kendimize olduğunu fark etmenin zamanı gelmedi mi?
İnsanların birbirinden farklı düşünce tarzlarına ve yaşam şekillerine sahip olmaları olağan karşılanması gereken bir durumdur. Herkesin birbirinin kopyası gibi benzer veya özdeş olmasını bekleyemeyiz. Zaten yaşamın güzelliğini yaratanlardan biri, farklılıkların yarattığı uyum değil midir? Çevremize baktığımızda hiçbir ağacın bir başkasının, hiçbir bulutun bir diğerinin ya da hiçbir akarsuyun bir ötekinin aynısı olmadığını görmüyor muyuz?
Herkes kendi farklılığına sahip çıkabilmeli, koruyabilmeli, geliştirebilmelidir. Buna karşılık farklılıklar arasında da iletişim ve ilişki olmak zorundadır. Bu yapı da iyi niyet, hoşgörü, saygı ve empati temelleri üzerine kurulmak durumundadır. Eğer bireysel veya sosyal olarak daha iyi şartlarda yaşamak istiyorsak bunun gereklerinden birincisi iletişim kurmaktır. Bunun şekli gülümseyerek selam vermek olsa bile…
Yaşamımızın çok önemli bir bölümü diğer insanlarla iletişim halinde geçiyor. Yüz yüze olmasak bile iletişim araçlarını kullanarak söylüyor ya da yazıyoruz. Başka insanlarla iletişim biçimimiz, adeta fiziksel bir parçamız gibi. Nasıl iletişim kurduğumuza ve ilişkilerimizin ayrıntılarına dikkat etmediğimizde, yaptığımız hatalar da bizimle birlikte ‘yürüyüp’ gidiyor. Hatta pek çok durumda yanlışlarımızı büyütürken kendi ilişki dünyamızı daraltıyoruz.
Her kişisel gelişim kitabının bir bölümü, insanın kendisini ifade edebilmesine ayrılmıştır. Çoğu zaman ifade ihtiyacının tatmini doğru bir davranıştır; ama işi, ‘kendini başkalarına zorla kabul ettirme’ noktasına gelindiğinde bir başka yanlışa savrulmuş olunur. Pek çok durumda doğru olduğuna inandığımız bir konuyu gündeme getirmek yeterli olmuyor. Doğru bir tez, ancak doğru zamanda, doğru mekânda ve doğru ölçüde ortaya konduğunda ‘doğru sonuçları’ oluşturur. Bir başka deyişle; konunun gündeme geldiği ortamın ve orada bulunan insanların durumlarını gözden kaçırmamak gerekir. Ayrıca size doğru görünen bir tezin, herkes için –veya objektif olarak– doğru olduğunu kim iddia edebilir ki? Sizin doğrunuzun herkesin doğrusu olması asla gerekmez. Bunu, maddiyattan maneviyata ya da fizikselden soyut olana kadar yaşamın neredeyse her alanı için söyleyebiliriz.
Ortamda bulunan herkesi ilgilendiren bir tezi ortaya koymak ve bunu kabul etmelerini beklemek, insanların değişimini talep etmek demektir. Hâlbuki değişik karakter, ruh ve algı özelliklerine sahip insanlarla birlikte yaşıyoruz. Herkes, ‘doğru’ olduğunu iddia ettiğimiz konuyu bizim gibi anlamak ve yorumlamak zorunda değildir. Hele bireyleri veya toplumu ilgilendiren bir konudan söz ediyorsak, zorluk birkaç kez daha artar. Bu nedenle bir tezi öne sürmek ve kabul ettirmek istiyorsak, öncelikle kendimizin ‘doğru’ bir yaklaşım içinde olup olmadığımızı ve doğru bir yöntem kullanıp kullanmadığımızı sorgulamalıyız.