İthalatlı İhracat ya da Katma Değerli Ürün - 2



Günümüzün bütünleşik dünya ekonomisinde “Yerli malı kullan” biçiminde bir tavsiyede bulunmak mümkün değil. çünkü tükettiğimiz her mal ve hizmetin oluşumunda belli oranda ithalat yer alıyor. Pazarda yer alan mal ve hizmetler arasında içerdiği ithalat oranı neredeyse yüzde 85-90’a ulaşanlar var. Ama bu noktada hâlâ çağa ve ülkenin şartlarına uygun tavsiyeler üretebiliriz. örneğin eşdeğer mal ve hizmetler konusunda yerli markaları tercih etmek bunlardan birisi olabilir. Bir diğer önerim ise daha fazla yerli katma değer ürün ve hizmetlerin tercih edilmesi yönünde olabilir. Gelişmiş ülkelerdeki tüketiciler, bu gerçeği bizden daha iyi kavramış durumdalar.
 
İthalata dayalı ihracat mı?
1980 ekonomik kararları sonrasında Türkiye ekonomisi, o ana kadar tarihinde görülmemiş biçimde dışa açıldı. Bir ekonominin dışa açılmasındaki mantık, ihracatını artırarak ekonomik getiri elde etmek ve yine bu amaca yönelik olarak yurt içinde sağlanamayan hammadde, aramalı ve teknik donanımı yurt dışından edinmektir. Diğer yandan bazı ithalat kalemleri sayesinde elde edilecek kolaylıklarla iç pazarın tatminini sağlamak da öngörülen hedefler arasındadır.

Dünya ekonomisi ile bütünleşmek veya liberal bir ekonomik kalkınma yoluna dönmüş olmak, dünyanın tüketici pazarlarından birisi olmak ile eşdeğer tutulamaz. Ama ne yazık ki; dışa açık büyüme doğru yönetilemediği ve uygun araçlarla denetlemediği için Türkiye, gelişmiş ülkeler açısından bir piyasa cennetine dönüştü. Bu süreçte hamsiden mercimeğe, hindiden nohuda, etten elmaya, bulaşık bezinden hediyelik eşyaya, beyaz peynirden şampuana kadar her şeyin ithalat kapsamına girdiğini gözledik. ülkede kalite sorunu yaşayan bazı mal ve hizmetler bahane edilerek ucu sınırsız biçimde açık bir ithalat rejimi uygulanmaya başladı. Zaten enerji dış ödemeleri yüzünden telef olan ekonomi, ev hayvanı mamasından saksı toprağına kadar pek çok şeyin bedelini yurt dışına döviz olarak öder hale geldi. Bu nedenle bugün geldiğimiz noktada yaşadığımız cari işlemler açığı ile dış ticaret açığının son derece yüksek meblağlara ulaşması hiç şaşırtıcı değildir.

Diğer yandan sınaî üretime göz attığımızda; birim üretim ve birim ihracat içerisinde ithalatın payının giderek arttığını görüyoruz. Dolayısıyla sadece pazarımız yabancı ürün ve hizmetler için bir cennet haline gelmiyor; aynı zamanda kendi yerli üretimimiz içinde yabancı hammadde ve hizmet miktarı da hızla artıyor. Bir yandan tüketim malları pazarımızı işgal ederken, sanayinin üretim yapısı da hızla yabancı hammadde ve aramalarına bağımlı hale geliyor. Bu da; sadece dışarıdan alınanların daha ucuz olduğu gibi yetersiz bir gerekçe üzerine kurgulanıyor.

Kalite ve sosyal sorumluluk konularında hâlâ özürlü olmaya devam ettiğimizi söylemek yanlış olmaz. Kalite belgesi almanın bile bazı çantacı sahtekârların eline düştüğü bir ekonomik sistemde bunu söylemek haksızlık da olmaz. Ama kendi malımızı beğenmezken, örneğin kalitesiz ve sağlıksız Güneydoğu Asya kökenli ürünler konusunda aynı hassasiyeti göstermediğimiz de bir başka gerçektir. İçeride üretilen kalitesiz ve sağlığa zararlı olabilecek ürünlerle mücadele etmenin yolu, onları kaliteli ve insana yaşamına uygun hale getirecek önlemleri almaktan geçer. Bu anlamda başta devletin kendisi olmak üzere kurum ve kuruluşlarımızla sınaî ve ticari işletmelerimizin iyileşmelerini sağlamak zorundayız. İyiliği sadece ithalatta arayan bir yönetim mantığı, kendisinin ve ülkenin karanlık geleceğinden başka bir amaca hizmet etmez.

Uygulanan ithalat rejiminin olumsuz etkilerini en net olarak tarım alanında görüyoruz. Pek çok yörede yerel lezzetler kaybolmaya başladı. Tarımsal üreticiler bu sektörden ayrılmak için beklenti içindeler. Tarımın insan yapısının erimesine, sosyal gelişmenin olağan bir parçası olarak bakamayız; çünkü yok olan tarımsal gelirin boşluğu bir başka kaynakla dolmamaktadır. Diğer yandan tarımsal ithalat içinde genetik yapısı değiştirilmiş mısır, soya, pirinç gibi ürünlerin giderek daha fazla yer alması, toplumun sağlıklı geleceği açısından risklere işaret etmektedir.

Batının gelişmiş ülkelerine baktığımızda; kendi markalı ürünlerini kullanmaya dikkat ettiklerini gözlüyoruz. Bu ülkeler, kendi iç ve dış pazarlarını korumak, kendi yerli katma değerli mallarını ihraç etmek, kendi ülkelerinde yeni iş alanları açabilmek, kendi mal ve hizmetlerinin kalitesini ve sağlıklı kullanılabilirliğini artırmak, yaşamın her alanında verimliliği artırmak, gelir adaletini sağlarken tüketicinin alım gücünü artırabilmek, tüketici bilincini geliştirmek ve yaygınlaştırmak için büyük bir gayret ve planlı çalışma içindeler...

özetle; dünyadaki küreselleşme eğilimi, dünya ekonomilerinin giderek daha fazla bütünleşiyor olmaları veya bunlara benzer diğer nedenler, ulusal ve toplumsal kaynaklarımızın tüketim adına çarçur edilmesini haklı göstermez.



Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi