
Gürcan Banger
Kendime Bakabilmek
Yaşam, bir aynadır. Ona nasıl bakarsak, o da kendini bize bakışımıza uygun biçimde yansıtır. İnsanın kendisini değiştirmek istediği durumlarda bu ayna karşısında yansız durabilmesi gerekir. Özellikle kendi yaşamımızı değerlendirirken; alışkanlıklarımız, saplantılarımız veya korkularımız diyebileceğimiz at gözlüğünden kurtulup yansız olabilmeyi başarmamız önemlidir.
Kişi, çevresini hatta kendisini eleştirebilir. Eleştiri yapmadığı veya yargılar üretmediği zamanlarda değerlendirmeler yapar. İyiden ve olumsuzdan dersler çıkarır. Yaşamın bize işaret ettiği dersleri doğru okuyamayanlar, genelde sıkıntılarını ve sorunlarını şikâyet ederek yansıtırlar. Bana sorarsanız; yaşama ilişkin kişisel söylemimi fazlaca şikâyetler üzerine kurgulamam. Başkalarından veya kendimden şikâyet etmemin, yaşam koşullarım hakkında başkalarına sızlanmamın yararsız olduğuna inanırım. Sanırım; şikâyet havasında biteviye sorunlarımı aktararak mutsuzluğu artırmaktan hoşlanmıyorum. Önemli olanın, olumsuzu bir sorun olarak kabul edip onu yönetebilmeyi ve çözebilmeyi başarmak olduğu kanaatindeyim.
Biz istedik diye güneş batıdan doğmuyor. Dışımızdaki yaşam, gerçekten dışımızda kalmayı sürdürüyor. Her an iç içe olduğumuz yaşam dahi bizim isteklerimize göre biçimlenmiyor. Yaşamımıza etki eden faktörlerin pek çoğu, bizim dışımızda ve doğrudan bizim denetimimize tabi değil. Bu gerçeği kabul ederek, hayali beklentiler içinde olmak yerine, daha gerçekçi faaliyetler peşinde koşmak kendimizi daha iyi hissetmemizi sağlayabilir. Olumsuz bir olay karşısında “Neden ben?” veya “Farklı olamaz mıydı?” türünde sızlanmaların, sağlıklı bir ruh haline götüreceği fikrinde değilim. Kader ve alınyazısına inanıyorsanız, bunların varlığının da bu sızlanmalarınızı haklı çıkaracak bir mantığı yok. Şikâyet ve sızlanmalarla değerli zamanınızı ve yaşam fırsatlarınızı harcamayın, derim.
Ruhsal danışmanlar ve kişisel gelişim yazarları, zaman zaman farklı isimler verebildikleri bir üçlemeden söz ederler: Sen, ben ve biz bakış açıları. Sen kalıbına uygun insanlar, genelde çevrelerine bağımlı olarak yaşarlar. “Komşular ne der?”, “Arkadaşlar nasıl karşılar?” veya “Aileme ne derim?” arasında sıkışıp kalırlar. Onlar için başkalarının ne diyeceği, kendilerinin ne düşündüğünden ve yapacağından daha önemlidir. Öncelikler başkalarına göre belirlenir. Bir başka deyişle; kısıtlara ve sınırlara göre yaşar bu insanlar. Bunlara ortayolcu dendiği de olur. Kraldan fazla kralcı denen türde karakterler de bu gruptan çıkar genelde. Herşeyleri çevreye göre tanımlanmış olduğundan şikâyet ve sızlanma da adeta karakterlerinin ana belirleyicisidir.
Hepimizin çevresinde sıklıkla karşılaşılabildiğinden ben kalıbını muhtemelen bilirsiniz. Bazılarının yaşamlarında asla hak etmedikleri ölçüde, ben fikri öndedir. Söylemleri ben ile başlar, ben ile sürer, ben ile biter. Varsa vasiyetnameleri bile bencildir. Onlardan iyisi yoktur. Onlar, en iyisini bilir. Asla yanlış yapmazlar. Herkese onlara göre davranmak zorundadır. Yaşamının odağında onlar vardır. Bu sınıfa giren bireylerin her adımları ben sözcüğü ile başlar, ben sözcüğü ile biter. Bu tür kişiler, başka insanları ve çevresel faktörleri dikkate almazlar. Diğer insanların ne düşündüklerinin ve bireysel beklentilerinin fazla değeri yoktur onlar için. Başkalarının yerine düşünme ve yapma alışkanlıkları gelişmiştir. Bağımsız olma hakkına sadece kendileri sahiptir, diğerleri zaten kaynağında köledirler.
Aslına bakarsanız, tanıdığım insanları düşündüğümde; en fazla yanlışın, biz kalıbı konusunda yapıldığını görüyorum. Biz kalıbı, bencilce bir daraltma ile genel olarak iki insan arasındaki ilişki olarak anlaşılıyor. O ilişkide de bir tarafın diğerinin ‘tapusunu alma’ girişimi; biz olmak veya biz olmanın haklılığı olarak anlaşılıp anlatılıyor.
Biz olmak önce çevrenin, koşulların ve özellikle başka insanların farkında olmak demektir. Biz olmak, insanlarımızla çevremizi sevmek ve onlara saygı duymak demektir. Bireyler olarak hoşgörüyü, yaşamımızın doğal unsurlarından birisi yapmadan biz olmamız mümkün değil. Aynı şeyi (kendini başkasının yerine koyabilme yetisi olan eşduyum) empati için de söyleyebilirim. Bir başka deyişle; biz bakışını yakalayabilmek için sevgi, saygı, hoşgörü ve empatiden kaynaklanan bağlılıkla birey olmaktan kaynaklanan bağımsızlığımızı bir hamur yapabilmiş olmalıyız. Siyah ve beyazın, ışığın ve karanlığın ancak birlikte var olduğu gibi; bağlılık ve bağımsızlık, bir arada eş koşullarda var olduğunda yaşamın canlı renkleri belirmeye başlıyor.