
Gürcan Banger
Kentimizle İlgili Olarak Sormamız Gerekenler
Küresel çağ’ın en belirgin yönelimlerinden birisi, tercihini kentleşmeden ve kentlerden yana yapmış olması… Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin önemli bir bölümünde nüfusun yüzde 50’nin üzerinde bir kısmı kentlerde yaşıyor. Diğer yandan küreselleşme denen olgu da kentlerin görünürlüğünü artırırken, sosyal göçün kırdan şehre doğru akmasına yeni nedenler oluşturuyor. Henüz kıra geri dönme süreci, kentleşmenin hızı karşısında belirginleşemiyor. İnsanlık tarihi, hâlâ tercihini kentlerden yana kullanmaya devam ediyor.
Kentleşmenin yükselen hızı ve bazı kentlerin sorunlarının üstesinden gelemez noktaya varışı bazı soruları sormayı zorunlu hale getiriyor. Bir kategori atlama durumunda ilk sorgulanması gereken nokta, kentsel büyüme ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki olmalı diye düşünüyorum. Acaba kentin büyümesi bölgesel ve yerel ekonomilerdeki olumlu gelişmelerden mi kaynaklanıyor yoksa ekonomideki değişimi kentsel büyüme mi yaratıyor? Her iki durumda da yapılması gerekenler farklı olacaktır.
Yine ekonomi bağlamın kentin büyüme hızı ile ekonominin büyüme hızı ve gelir seviyelerinin değişim hızı arasındaki olumlu veya olumsuz ilişkilendirmeyi gözlemek gerekir. Kentteki ortalama gelir düzeyi ve bu gelirin bölüşümü, o kentin geleceği konusunda önemli ipuçları verecektir. Kentin toplam gelirinin sektörler arasında dağılımını da kentin mekânsal ve nüfus olarak büyümesi ile ilişkilendirmek gerekir. İyi bilinir ki; bazı sektörler gelişirken, kimileri giderek geriliyor. Büyüyen kentin ekonomik olarak geleceğini hangi sektörlere dayandırdığı ve bir değişim gerekli ise bunu nasıl yapabileceği önemlidir. Unutmayalım ki; bir kent, canlı bir organizma gibidir. Bir yandan her canlı gibi büyüyüp gelişirken, diğer yandan da bir sona doğru yaklaşmaktadır.
Bir kent dendiğinde; binalar, cadde ve sokaklar gibi kentsel mekânla sınırlı bir alanı anlamamak gerekir. Bir kent, aslında bir bölgedir. Kent, onu çevreleyen ilçeler, beldeler ve köylerle birlikte yaşar. Kent, kendini çevreleyenlerle birlikte bir bölge halinde yaşar. Kentin büyümesi, bu bölgenin tamamında ne olup bittiği ile yakından ilgilidir. Kent dışında bölgede olumsuz ekonomik ve sosyal gelişmeler varsa bu durum, kentin geleceğini tehdit ediyor demektir.
Bir kentin ve içinde bulunduğu bölgenin diğer kent ve bölgelerle ilişkisini doğru anlamak ve değerlendirmek gerekir. Bu kentler ve bölgeler arası ilişki de bizi ilgilendiren kentin ne denli baskın ve egemen olduğu ile yakından ilişkilidir. Bu kentin kendi çevresi ile olan merkez-çevre ilişkisini doğru irdelememiz ve yorumlamamız kaçınılmazdır. Tercihini büyümeden ve küreselleşmeden yana yapan bir kent, merkez-çevre ilişkisinde de baskın ve egemen olmayı başarmalıdır.
Geleceğin kenti olmak isteyen bir yerleşim için önemli sorulardan birisini sosyal sermaye oluşturur. Bir kentin sosyal sermayesi, öncelikle o kentteki kurum ve kuruluşlar arasında oluşmuş ilişkilerin toplamıdır. İlişkiler önemlidir; çünkü pek çok kent sosyal sermaye eksikliğini köleleşerek, bağımlılaşarak veya küçülerek ödemektedir.
Her kuruluş gibi kaynaklarını etkili ve verimli kullanmak isteyen bir kentin de stratejileri olması gerekir. Bu stratejilerin oluşturulmasına sürecine kentin gelecek tasarımı adını veriyoruz. Hiç kuşkusuz; stratejiler bir kentsel vizyon çatısı olmak zorundadır. Geleceğe nasıl baktığı konusunda paylaşılmış bir vizyona sahip olmayan bir kentin, kendi geleceğini de kurması beklenemez.
ülkemizde bir kenti etkileyen baskın güçlerin başında devlet ve bağlı kuruluşları gelir. O zaman şunu sorabiliriz. Merkezi ve yerel yönetimlerden oluşan bu baskın güçler toplamı, acaba kent hakkında bir vizyona sahip midir? Kamunun baskınlığı, toplumun diğer kesimlerini kentin geleceğin tasarımı sürecine katarak demokratik, katılımcı ve çoğulcu bir süreç yaratabilir mi?
Büyük oranda devlet ve bağlı kuruluşları, kentin diğer aktörlerini dikkate almayan bir yol izledi. Yine pek çok örnekte de merkezi ve yerel devlet dışındaki katılımlar, en ilkel şekillerden biri olan danışma düzeyine bile ulaşamadı. Muhtemelen kentin geleceğinin oluşmasında kamu dışındaki faktörlerin daha dinamik olacağı yeni yaklaşımlara gerek var. Bu konuda görevin önemli bölümü, kamu dışında kalan ekonomik, sosyal ve sivil sektörlere düşüyor.
önümüzde sorular var: Büyümenin ilk adımlarını atmakta olan kentin gelişiminde ekonomin temsilcileri olarak meslek odalarının rolü nedir? Sendikalar ve sivil toplum kuruluşları bu sürece nasıl katılacaklardır? üniversiteler gelecek tasarımının neresinde yer almaktadırlar? Yoksa her şey, demode olmuş vekâlet ve temsil sistemi ile idare edilmeye mi çalışılacaktır?
Kamunun kenti tasarlaması ve geleceğini oluşturması sürecine dikkatle baktığımızda; geleneksel siyasetin kentin ve kent toplumunu teslim almış olduğunu görüyoruz. Yukarıdaki sorulara ancak mevcut siyasetin izin verdiği ve çıkarlarına uygun olduğu ölçülerde halk katılıyor. Gelecek, ya halk adına kurgulanıyor ya da halk adına geçiştiriliyor. Günümüzde geleneksel siyaset, bir kentin sağlıklı ve sürdürülebilir büyüme adımlarının önündeki en büyük engel konumuna gelmiştir.
Sorulası çok soru var. Sadece bürokrasinin ve geleneksel siyasetin marifetiyle bir kent kendi geleceğinde teknolojiyi doğru konumlandırabilir mi? Aynı aktörler kentin sınai geleceğinin oluşumunu belirleyebilirler mi? Bürokrasi ve geleneksel siyaset, kentin gelirinin gelecekte hangi umut veren sektörlerden oluşacağına karar verebilirler mi? Bugüne kadar bunları başaramadıklarını açık biçimde gözledik. Bir kentin geleceğinin belirlenmesinde bu alanlarda söz sahibi olabilecekler, bu sürecin dışında tutulmaya devam ediyor.