Kentin Kimliğini Korumak



Yurtdışına, örneğin Avrupa’ya gittiğinizde, bir kentte dikkatinizi çeken konulardan birisi,  tarihi ve kültürel yapı ve anıtların son derece bakımlı, düzenli ve temiz olmasıdır. Bu durum, sadece o ülkeyi ziyaret eden yerli ve yabancı turistlerinin getireceği dövizle ilgili bir konu değildir. Bu, bir kent kültürüdür.

Bir kavramı, ona ait zaman ve mekândan kopararak ele alırsanız, tarihsellik hatası (anakronizm) yapmak yanında gerçeği de saptırmış olursunuz. Ama Türkiye sosyolojisine geldiğimizde tarih karışması, yaşamın olağan bir unsuru haline geliyor. ülkeyi Doğu’dan Batı’ya gözden geçirdiğinizde, başta megapol İstanbul olmak üzere ülkenin metropollerini dıştan içe doğru incelediğinizde ve kırdan kente doğru hareket ettiğinizde bir kaç farklı çağın aynı zamanda yaşandığını görüyorsunuz. Bir yerlerde karşınıza tarım toplumunda yaşayan insanlar çıkarken, kimi yerde sanayi toplumunun yoğun etkilerini görüyorsunuz. Sanayi sonrası bilgi toplumu mekânlarında bu toplumu yaşayan yurttaşlarımız da var. Tarih, bu ülkede dün, bugün ve kısmen yarın olarak iç içe geçmiş.

Batı ülkelerinde örneklerini gördüğümüz tarihsel çevrenin korunması (kısaca kültürel koruma), genelde çağdaş topluma özgü bir olgudur. Bu anlayış, gelişmiş ülkelerde kapitalizmin orta evrelerinden sonra kent kültürünün bir parçası olmuştur. Doğal çevrenin korunması da kültürel koruma gibi oldukça yeni bir kavramdır. öyle anlaşılıyor ki; biz toplum olarak bu kültürel evreyi henüz yakalayamadık.

Tarihi ve kültürel çevrenin korunması, bir yanıyla sosyal ve ekonomik gelişmeye bağlı olurken, kentlilik özelliklerinin gelişmesi ve her anlamda eğitim süreçlerinin iyileşmesi ile çok yakından ilgilidir. Kültürel korumada bazı sorunlar gözlüyor iseniz, bu durumda ülkenin ve toplumun sosyal gelişmişlik düzeyi, kent(li)leşme düzeyi, gelir dağılımı, hukukun işleyişi, eğitim süreçlerinin kalitesi konularında kuşkular duymanız gerekir.

Eskişehir’in geleneksel yerleşim yeri olan Odunpazarı semtini göz önüne getirin. Bu semtteki yapılar, sayıları giderek azalan anıtlar bir farklılığı işaret etmektedir. Odunpazarı, geleneksel Anadolu mimarisinin kimliğini taşımaktadır.

Şimdi bir kentin yeni mahallelerine dönün. Sizi, bu mahallelerden birinde bilmediğiniz bir sokağa bıraktıklarında bir kentsel kimlik belirlemesi yapabilir misiniz? Muhtemelen hayır... Bugün pek çok kentimizin mimarisi, kimliksiz ve kişiliksiz bir mimaridir. Ha burada, ha dünyanın bir başka yerinde... Renksiz, anlamsız ve değersiz bir yapı anlayışı sarmış çepeçevre bizi…

Tarihi ve kültürel çevrenin korunması, kentlerin başıboş ve dengesiz gelişimine engel olur. Kentleri kimliksiz ve içeriksiz yapı stokları olmaktan kurtarır. Koruma konusundaki görüşlerin yaygınlaşması, sivil toplumun güçlenmesine ve kent(li) hukukunun net olarak işlemesine vesile olur.

Tarihsel ve kültürel kent çevresini yok ederek yeni bir mekân ve zaman yaratmaya kalkanlar, ancak “feodal barbarlar” olabilir. Eski kent ve bu kente ait kültürel öğeler, yeni kent içinde prestij bölgeleridir ve sırf bu nedenle bile olsa korunmaya değerdir.

Bazı “ağzı olup konuşanlar”, kentsel korumanın pahalı olduğunu öne sürerler. Aslında onlar, kentsel rantın peşindedirler. Kent rantının peşinde koşarak bir yerlere varmaya çalışanların topluma ve geleceğe verdikleri zararları görmek için dünya üzerindeki bazı megapol ve metropollerin nereye gittiğine bakmak yeterlidir. ülkenin büyük kentlerinde görülen manzaralar, bu konuda yeterli ve acılı örneklerdir.

önemli olan kentli kişi ve kuruluşları geleneksel kentin korunması yönünde özendirmek ve yönlendirmektir. Başta yerel yönetimler olmak üzere kenti oluşturan tüm unsurlara bu konuda görev düşmektedir. Dünü bugünden yok ederseniz, yarını yaşama şansınız olmayacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi