Kentleşmenin Sonu – 1

İlginç bir zaman dilimi yaşıyoruz. Covid-19 salgını toplumu çok ciddi ölçüde etkiliyor. Hastalığa yakalanan sayısı biteviye artarken korunma ve hijyen kurallarına uymamak şeklinde gösterilen barbar zafiyet yayılmanın derinliğini artırıyor. Beton yapılara ve asfalt caddelere bakarsak, kentte yaşıyoruz ama sosyal kültür buna eşlik etmiyor.


Yağışın az olması ve vahşi kullanım nedeniyle susuzluk tehlikesi barajlardaki ve göletlerdeki suyun seviyesi nedeniyle kolayca görünüyor. Diğer yandan ilk ciddi yağmurda ülkenin pek çok yerleşimini sel basıyor; cana, sağlığa ve mala olumsuz etki ediyor. Bunların tamamı, kentleşme ile ilgili temelden bir sorun yaşadığımızı ortaya koyuyor adeta…


Hiç kuşkusuz; “Kentleşmenin Sonu” gibi bir yazı başlığı, konunun tamamı düşünüldüğünde abartılıdır. Gerçekte anlatmak istediğim, tercih edilen kentleşme anlayışının sonu olmakla birlikte konunun önemini vurgulamak açısından böyle bir anlatımı yeğledim. Küresel ısınma, değişen iklim koşulları ve yok edilen doğal yaşam şartları nedeniyle son yıllarda Türkiye ciddi kentsel felaketler yaşamaya başladı. Yağmuru bereket olarak algılayan bir kültüre sahip olan toplum, hava durumu haberlerini bir felaket duyurusu olarak izlemeye başladı. Her geçen gün –hem de çok farklı mevsimlerde- sel ve heyelan haberleri almak sıradan hale geldi. Sonuçta ciddi düzeyde can, sağlık ve mal kayıpları yaşanıyor.


Sıklıkla yaşadığımız trafik kazaları ve madencilik felaketlerini olağan karşılamıyoruz. Bunların başta eğitim olmak üzere bir dizi altyapı sorunlarından ve yönetim-denetim sıkıntılarından kaynaklandığını açıklıkla biliyoruz. Zamanında alınmayan veya maliyet oluşmasın diye alınmaması tercih edilen önlemler ve kâr güdüsüyle denetimsiz gelişime izin verilmesi acılı sonuçlara yol açıyor. Bunları biliyoruz.


Diğer yandan kentlerde yaşanan sel, daha küçük ölçekli su baskını, fırtına ve heyelan gibi olayların yarattığı kayıpları ise beklenmedik gelişmeler olarak nitelemeye devam ediyoruz. Biraz dikkatle bu tür olayların ülkenin pek çok yerleşiminde sıklıkla tekrar etmeye başladığını görmek zor değildir. En büyüğünden en küçüğüne kadar bütün kentsel yerleşimler hava olayları karşısından çok ciddi sorunlar yaşıyorlar.


Bu gördüğümüz manzaranın adını doğru koymak lazım. Yaşadığımız olaylar, çok sade söyleyişle ülkemizde kentleşme tercihlerinin ‘iflas ettiğinin’ ifadesinden başka bir şey değildir. Doğal afetler karşısında yaşananlar dışında neredeyse yerleşimlerin tümünde konutlaşma, trafik, su-elektrik-gaz şebekeleri, yaşam çevresinin sürdürülebilirliği, kültürel koruma, pozitif ayrım gerektiren vatandaşları yaşamı, sağlık, yoksulluk gibi daha pek çok konuda da kentsel sorunlar yaşanıyor olması şaşırtıcı değildir. övünülerek anlatılan kent örnekleri de bu söylenenlerin dışında kalmıyor. Türkiye bir bütün olarak kentleşmenin –yanlış kentleşme zihniyetinin– iflasını yaşıyor.


Hatalı yapılaşma, betonlaşma ve kötü planlama tercihleri ile kentsel yerleşimler doğa ile olan ilişkisini yitirdi. Bu anlamda eski yerleşimleri doğal pazar yerlerine, yenilerini ise ‘çağdaş’ alışveriş merkezlerine benzetebiliriz. Eski pazar yerleri insana ve doğa yaşama yakın idi. Zaman içerisinde insanı dört duvar arasına kapatıp sentetik bir yaşam kültürü sunan, onu doğal yaşam çevresinden koparak alışveriş merkezleri oluştu. Bu merkezlerde bitkilerden ışığa kadar her şey yapay biçimde oluşturuldu.


Yeni kentleşme anlayışı da –yukarıda anlatılan örneğe benzer biçimde– doğadan kopmanın yarattığı boşluğu doldurmak üzere kentsel yerleşimleri yapaylıklarla doldurdu. Beton-plastik artifaktlar, insan ölçeğinin çok ötesinde yapılar ve sayısız yapaylık kent yaşamının pahalı ve ‘görkemli’ vitrini haline getirildi. Merkezi hükümetin ve belediyelerin bu tür vitrinler için harcadığı kaynakların basit bir hesabı bile halkın yapaylık adına ödediği yükü ortaya koyacaktır.


Burada ilginç bir nokta daha var. Bütçelerin önemli bir bölümünün tüketildiği yapay kent kozmetikleri, artifaktları ve mobilyaları gene aynı bütçelerden yapılan pazarlama iletişimi harcamaları ile halkın ihtiyaçları gibi gösterildi. Sanki kentli yurttaşlar daha sağlıklı ve sürdürülebilir yaşamalarını sağlayacak olan kentsel altyapı yerine sabun köpüğü türünde işlere ihtiyaç duyuyordu. Sonuçta kendi gerçek ihtiyaçlarının bile farkında olamayan bir kent toplumu oluştu.


Bütçelerin heba edilmesine neden olan kentsel kozmetiğin tek bir açıklaması var. O da iktidarın sürdürülmesi… Belki iflas eden kentleşme ve giderek sıklaşan felaketler bir soğuk su şoku etkisi yaratabilir. Ama sürecin acılı olacağından kimsenin kuşkusu olmasın.


 


 


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Gürcan Banger Arşivi