Kentleşmenin Sonu – 2

 


Kentler ve kentsel bölgeler, büyük bir hızla tercih edilen yerleşimler haline gelmeyi sürdürüyor. Küresel ölçekli yaşam çevresi sorunlarının büyük bir bölümü, kentsel yerleşimlerde yaşanıyor. Bunun örneklerinin ülkemizin her noktasında izlemek mümkündür.


Kentlerdeki sıkışma ve yoğunlaşmaya eşlik eden başka olaylar da var. Kentli yurttaşlar kendi yaşam ve iş çevreleri giderek daha fazla oranda doğa, kalabalıklaşma ve insani yoğunlaşma kökenli sorunlarla karşılaşıyorlar. Sel, su baskını, fırtına, hortum, çeşitlenebilen aşırı yağış, deprem veya heyelan gibi doğal olaylar kentsel yerleşimlerin genel özelliği haline gelmiş olan yetersiz altyapı ile karşılaşınca can, sağlık ve mal kayıpları kaçınılmaz hale dönüşüyor.


Bu yerleşimlerin kentleşmenin kötü örneklerini oluşturmasının arkasındaki önemli nedenlerden birisi kent yöneticilerinin küresel bakışa ve vizyona sahip olmamalarıdır. At gözlüğüyle ancak kendi yakın çevresini görebilen yöneticiler, dünyanın yaşadığı ve sonuçları acılı olabilecek geleceği algılamaktan ne yazık ki çok uzaktalar… Bu merkezi ve/veya yerel miyopi, gelecekte ihtiyaç duyulacak bir kent tasarımı geliştirmek yerine ancak altyapısı yetersizleşmekte ve çürümekte olan eskiyi süsleyerek kendi ikbalinin bekasını arıyor. Kent yerleşimlerinde yaşanan acı veren olayların ortaya çıkardığı çok açık bir ders var. O da ranta dayalı kentleşme anlayışının tüm unsurlarıyla birlikte iflas etmiş olduğudur. 


Kentlerde yaşanan –doğal veya sosyal– felaketlere tersten bakalım. Deprem, sel, heyelan veya aşırı yağış gibi olaylar doğa kaynaklı görünüyor. Bir fay hattı üzerindeki araziyi düşünün. Eğer bu arazi üzerinde herhangi bir yerleşim yoksa can ve mal kaybı da yaşanmayacaktır. Doğayı riskli ve tehlikeli hale getiren insanın kendisi ve tercihleridir. Dolayısıyla doğal olayların acılı ve kayıplı hale gelmesi, insanın giderek artan biçimde doğa ile uyumsuzlaşmasıdır. Bu uyumsuzluğun yığılarak küresel ısınma, iklim değişimliği, doğal yaşam çevresinin kirlenmesi ve yok edilmesi gibi sonuçlara yol açtığı düşünüldüğünde, gerçek daha açık biçimde görülebiliyor.


 


Toplam kalite yönetiminde kentleşme konusunda da ilke olması gereken bir yaklaşım var. Diyelim ki; bir işletmede bir sorun oluştu. Bu sorun için anında ve yerinde bir çözüm bularak sorunu giderebilirsiniz. Ama giderici sorun çözme, aynı sıkıntının tekrar olmayacağını güvence altına almaz.


Soruna bir diğer yaklaşım, sorunu yaratan kaynakları ortadan kaldırmaktır. Sorun kaynakları yok edildiğinde aynı türden bir hata veya sıkıntı ile karşılaşılmaz. Ama bu yaklaşım da yeni başka sorunların olmayacağını güvence altına almaz. Konuya daha geniş kapsamda bakılarak gelecekte de sorun yaratması muhtemel sorun kaynaklarının ortadan kaldırılması gerekir. Böyle bir bakış, stratejik ve vizyoner olmayı gerektirir. Geleceğe bakabilen ve onu tasarlayabilen liderlik anlayışı, sorunları önceden öngörerek gerekli önlemleri alır.


Kent, insanlara sağlıklı, kolay, güvenli ve huzurlu yaşam imkânları sunmalıdır. Bu da önceden öngörülme ve zamanında planlama yapmayı sağlayacak yetenek ve yetkinlikler gerektirir. Bugünün kentsel sorunları küresel ve yerel ölçekler arasında neden-sonuç ilişkisi olarak yaşanıyor. Yerel ve bölgesel birikimler küresel sonuçlara yol açıyor. Küresel gelişmeler ise öncelikle çağın tercihi olan kentlere yansıyor. Bu ve benzeri nedenlerle kentsel yöneticileri için zengin ve çeşitlenmiş vizyon, beceri, yetenek ve yetkinliklere ihtiyaç var.


İşin özü: Sel suyu içinde sağ kalma savaşı veren kişi, kent kozmetiğine alkış tutmaz.


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi