Kentsel ekonomilerde dönüşüm

Yaşadığımız dönemin özelliklerinden biri, –küreselleşmenin net etkilerinden dolayı– ekonomilerin rekabete açılmak zorunda kalması… İlişkili bir diğer yönelim ise ulusal ekonomi –hatta küresel ekonomi– içinde kent ekonomilerinin motor gücüne sahip şekillendirici ve güçlendirici özne olması… Bu gelişmeler, kentlerin ve bölgelerin rekabet üstünlüğünü nasıl edinecekleri konusundaki yaklaşımlara yeni çeşitlilikler ve farklılıklar getirdi. Her ne kadar merkezi hükümetler bölgesel ve yerel olanın ekonomik değişimini yeterince anlamasalar da; kent odaklı kalkınmanın sadece arz güdümlü fiziksel altyapıdan ibaret olmadığı anlaşılmaya başladı.

Kalkınma teorileri önce ulusal olanı dikkate alarak başladı. Daha sonra makrodan mikroya –yani ulusal olandan firma ölçeğine– doğru bir yönlenme değişimi oldu. Bunu rekabetçilik yaklaşımlarının değişiminde de görüyoruz. Kalkınma veya büyüme teorilerinde tarihsel olarak ilk sırayı karşılaştırmalı üstünlük yaklaşımı almıştı. Ardından rekabetçi üstünlük yaklaşımı geldi. Son yıllarda ağ ve kümelenme teorilerindeki hızlı gelişimler birlikte işbirlikçi üstünlük yaklaşımı giderek daha yaygın hale geldi. Bu üç yaklaşımı –karşılaştırmalı üstünlük, rekabetçi üstünlük ve işbirlikçi üstünlük yaklaşımlarını– yaşadığımız kentin ekonomisinin değişimi ve büyümesi ile ilişkilendirmek de mümkün…

Kentsel ekonomiye karşılaştırmalı üstünlük açısından yaklaşmanın temelleri, eski ticaret teorilerine dayanıyor. Bu teoride bazı ülkelerin diğerlerine oranla bazı ürünleri imal etmekte araziden, altyapıdan, vergilendirmeden, iş gücü maliyetlerinden, hammaddeye yakınlıktan veya benzeri unsurlardan kaynaklanan avantajları olduğu düşünülüyor. Bu yaklaşım, her ülkenin veya bölgenin kendi avantajlarına göre belli alanlarda uzmanlaşması gereğini öngörüyor.

Gerçekten de 20’nci yüzyılın ikinci yarısında pek çok ulusal ekonomi kendisini karşılaştırmalı üstünlükler yaklaşımına göre organize etmişti. Böylece her ülke kendi avantajlarına bir planlama yapma imkânına da sahip oluyordu. Her ne kadar tüm üretim maliyetleri hesaplama sürecine dâhil edilmese de; teşvikler ve korumalar sayesinde karşılaştırmalı üstünlükler yaklaşımından yarar sağlayan ülkeler oldu. Diğer yandan bu çerçevedeki politikalar sayesinde uzmanlaşılan alanlarda kitlesel üretim yapma avantajı da doğmuş oluyordu.

Bilişim, iletişim, lojistik ve üretim teknolojilerindeki büyük değişim bazı ülkelerin bölgelerin ya da kentlerin kimi alanlardaki avantajlarını ortadan kaldırdı. Kalite yönetimi anlayışının da gelişmesiyle birlikte herhangi bir ürün dünyanın herhangi bir noktasında iyi şartlarda yapılabilir ve pazarlanabilir hale geldi. Böylece karşılaştırmalı üstünlük yerine rekabetçi üstünlük yaklaşımını geliştirmek de yeni iş kültürünün konularından biri haline dönüştü.

1980’li yıllarda pek çok ulusal ekonomi, kalkınmayı teşvik etmek için kapılarını doğrudan sermaye yatırımına açtı. Giderek küresel bir nitelik kazanan sermaye akışı, 1990’lı yıllarda bazı ülkelerin beklentilerine uygun biçimde ekonomik kalkınmaya katkılar yaptı. Bu süreçte “açılım yapan” ülkelerde yatırım yapan yabancı sermaye, düşen kâr marjlarına karşılık verimliliği artırmak üzere üretim yönetimi ve kalite güvencesi yaklaşımlarını öne çıkardı. Böylece pek çok işletme, yalın üretim ve toplam kalite gibi yaklaşımları uygulamaya başladı. Bu yayılımın sonuçları olarak bölgesel ve kentsel ekonomiler de bir dönüşüme uğradılar.

Bazı ülke ve bölgelerde sanayileşmenin getirdiği sonuçlardan biri iş gücü ücretlerinin başka yerlere göre yükselişi oldu. İş dünyası açısından bir maliyet artışı anlamına gelen bu durum, emek yoğun üretimden teknoloji temelli üretime yönelinmesi sonucunu doğurdu. Sonuçta üretim süreçleri açısından ar-ge, inovasyon ve teknoloji geliştirme iş dünyasının ve sanayinin önemli alanları haline dönüştü. Bir kentin gelişmişlik derecesinde ar-ge, ür-ge danışmanlık, eğitim kuruluşları ve teknoloji geliştirme merkezleri ile üniversitelerinin ölçü alınmaya başlanmasının arkasındaki temel neden budur.

Bazı ürünler tek bir firmanın kapasite, yetenek ve yetkinliklerinin ötesinde imkânlar gerektirir. Büyük ölçekli bir projenin tedarik zinciri, bir işletmenin sınırlarını aşar. Bu nedenle firmanın ekonominin başka kurum ve kuruluşları ile işbirliğine ve ortak çalışmaya girmesi gerekir. Günümüzde ekonominin geldiği nokta budur. Bir bölgedeki veya kentteki işletmeleri rekabetçi ve sürdürülebilir olmak için işbirliği içinde çalışmaya yönelten yepyeni küresel şartlar var.

Günümüzde işletmelerin kârlılıkları, küresel baskılar nedeniyle giderek küçülmek zorunda kaldı. Görünen o ki, fiyatlardaki düşüş eğilimi devam edecek. Bu gerçek, işletmelerin iş yapma biçimlerini farklılaştırmalarını gerektiriyor. Düne kadar birbirlerini kıyasıya “düşman” olarak algılayan firmalar, bugün birlikte çalışarak toplam maliyeti düşürmenin gayreti içine girdiler. Artık rekabet ve işbirliği kavramları birlikte “rekabet içinde işbirliği” şeklinde ve kazan-kazan anlayışı çerçevesinde kullanılıyor. Bu yaklaşıma –karşılaştırmalı üstünlük ve rekabetçi üstünlük yaklaşımlarından farklı olarak– kısaca “işbirlikçi üstünlük yaklaşımı” adını veriyoruz.

Ne yazık ki, işbirliği yaklaşımı hâlâ bazı işletmeleri, patronları ve yöneticileri korkutmaya devam ediyor. Günümüzde İnternet ortamında çok kısa bir arama ile bulunabilecek bazı bilgileri “sır” kabul eden geleneksel kafalar var olmaya devam ediyor. Diğer yandan sorunların ortaklaşa tespiti ve çözümlerin birlikte üretimi anlamına gelen açık inovasyon yaklaşımı, işbirliği kavramını doğru kavrayanlara çok ciddi üstünlükler sağlıyor.

İşbirlikçi üstünlük yaklaşımının en önemli araçlarından biri kümelenmeler… Belli sektörlerdeki işletmelerin bir ağ yapısı içinde küme olarak örgütlenmeleri, bölgesel ekonominin avantajlar kazanması açısından da önemli bir açılım olarak görünüyor. Özellikle kâr marjlarının düştüğü ve işletme ölçeğinin küçük olduğu kentlerde seçilmiş sektörlerde kümelenmenin ciddi avantajlar sağlayacağını söyleyebiliriz.

Bir bölgenin ya da kentin işbirlikçi üstünlük sağlaması sadece ekonomik işletmelerin bir ağ yapısında bir araya gelmesinden daha “büyük” bir şeydir. İşbirlikçi üstünlüğün elde edilmesi için yerel işletmeler yanında üniversitelerin, araştırma kuruluşlarının, yerel yönetimlerin ve ilgili sivil toplum kuruluşlarının aynı vizyonda buluşmaları gerekir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi