Kısıtlar ve Amaçladığımız Yaşam

 


 


Yaşadığımız çevre ile ilgili algılarımız, değerlendirmelerimiz ve yorumlarımız var. Evreni, yaşamı anlamlandırıyoruz. Sevdiklerimizi, sevmediklerimizi... Yaşamımızda bize bağlı olan veya olmayan unsurlar var. Bizim dışımızdaki gerçeklikleri doğru biçimde kabullenebilmeliyiz.


 


çok istiyoruz diye yarın güneş batıdan doğmaz. Ama bu beklenti içinde olur ve gerçekleşmediğinde de kendimizi olumsuzluklara sürüklersek yaşamı anlamlandırmada ciddi yanlışlar yapıyoruz demektir. önce bizim dışımızdaki yaşamın varlığına, kendi akışlılığına saygılı olmayı kendimize öğretmeliyiz. Bireyler olarak çevremizi etkileyebilecek özellik ve davranışlarımız olabilir ama bizim sübjektif beklentilerimiz dışında gelişen pek çok olay ve durum olduğu da bir gerçek. Bu, yaşamın doğal bir parçası…


 


Yaşamın olumsuzluklarını sükûnetle karşılayabilmek, bence bir olgunluk göstergesidir. çünkü yaşamda olup biten karşısında ne hissettiğimiz, doğrudan doğruya bize bağlıdır. Zor durumları, güç koşulları cesaretle ve dayanma güdüsüyle karşılamak olgunlaşmış bir karakterin özelliğidir. üstün nitelikleri olan bir kişiliğe ulaşmak hiç de kolay değildir. Kişiliğin doğru ölçülmesinin yollarından birisi, kişinin zor veya beklemediği koşullarda nasıl davrandığını incelemektir. En ağır koşullarda bile o zor durumu sakinlik, uyumluluk ve yumuşaklıkla karşılayan bir ruh, olgunluk yolunda önemli adımlar atmış demektir.


 


Yaşam yönümüzün belirlenmesinde çevre faktörlerinin önemli etkileri var. Kimi zaman bu etkenlerin ağırlığı, yaşamsal amaçlarımızın önüne geçebiliyor. öyle zamanlar oluyor ki, kısıtlarımın mı amaçların mı daha önemli olduğunu gözden kaçırıyoruz. Yaşam hızla değişiyor. Değişen sadece yaşamın fiziksel görünümü değil. Sosyal kabuller, alışkanlıklar, özetle kültürün tamamı değişiyor.


 


Bir kültürle yetişmiş insanların bu değişime ayak uydurması kolay değil. özellikle sosyal ve kültürel yaşama açık olmayan aile büyüklerinin bu değişimi yakalaması zor oluyor. Dolayısıyla genç insanların yeni yaşama dair özlemleriyle aile büyüklerinin onlara koyduğu geleneksel kısıtlamaların yarattığı bir çatışma doğuyor. Kuşak farkı deyip geçiverdiğimiz bu farklılığın kaçırılan fırsatlarla bazen yaşamlara mal olduğunu görmek mümkün.


 


Yaşamda kazancın kaynağı risktir. Risk ise girişim ve değişim demektir. Yaşamımızı sürekli kısıtları gözeterek sürdürürsek ne değişimi yakalayabiliriz ne de olası yeni nimetleri.  Yaşam için bize ayrılan zamanda amaçlarımızın ve kısıtların bir dengesi olmak zorunda… Sadece amaçlarını gözeten bir insan, marjinal olma, yaşamın kıyılarına düşme tehlikesi ile karşı karşıyadır.


 


Biteviye kısıtları gözeterek yaşayan bir insanı ise tarihin not bile düşmeyeceği bir yanda bizzat kendisinin de Dünya Nimetleri’nden herhangi bir tat alamayacağı ortadadır. Hukuktan, töreden, sosyal koşullardan, kültürel sorunlardan kaynaklanan kısıtlarımız olduğunu inkâr edecek değilim. Ama bazen sınırları ve kısıtları amaçlarımızdan, yaşam sevincimizden daha öne koyduğumuz kuşkusuna düşüyorum. Haz alınmamış bir hayat, yaşanmış sayılabilir mi?


 


Uzak ya da yakın; yaşam çevremiz içinde yaratıcı ve girişken amaçlardan daha çok kendimizi kısıtlamayı öğreniyoruz. Ebeveynimiz, büyüklerimiz, yöneticilerimiz veya töre dediğimiz şeyler çoğu zaman yaratıcı ve girişken olmaktan çok, neleri yapmamamız konusunda bizi eğitiyorlar. Ayıplarla, yasaklarla, ‘kim ne der’lerle yetiştiriliyoruz. Kurallarla, sınırlarla ve kısıtlarla çatışmamak adına güzellikleri, tatlı heyecanları, muhtemelen yaşam sevinci dolu bir geleceği kaybediyoruz.


 


 


 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Gürcan Banger Arşivi