
Gürcan Banger
Kültürel Garabet Gidişatı
Magazin okumanın veya TV kanallarında bu tür programları izlemenin zaman kaybı olduğunu düşünebilirsiniz. Hatta sinir bozucu bile olabilir. Hak veririm. Ama toplumun psikolojisini ve dönüşen zihinsel ve düşünsel formasyonunu öğrenmek açısından yararı olduğu da bir gerçek… Bu nedenle bazen göz atmak gerekebiliyor.
Yaygın basının haftalık dergilerinden birinde bir kadın şarkıcının söylediklerini okumuştum. Şöyle diyor: “Arabesk, ruhumun dışa vurumu…” Sonra sözlerine yeni çıkardığı müzik albümü ile ilgili yaptığı yorumlarla devam ediyor: “Belki de benim içimde yaşattığım, dışarıya vuramadığım fırtınaların o şarkılarla fışkırmasını sağlıyor bu iki müzik.” Sözünü ettiği iki müzik ise arabesk ve rock tarzları… Söyleşinin bir başka yerinde şunları ekliyor: “Mevlana, Yunus Emre ve Âşık Veysel’den çok etkilendim.”
Bu nice bir ruhsal dışa vurumdur ki; arabeski, rock müziği ve her biri ayrı felsefe tarzları olan geleneksel değerleri bir çırpıda bir araya getirebiliyor? Bir paradoks gibi durmakla birlikte toplumun alkışladığı bu şarkıcı söyleşisinde (kendisi de dâhil olmak üzere) bir sosyo-psikolojik gerçeği dile getiriyor. Bir başka deyişle memleketin aynası… Kültürlerin, söylemlerin, tarzların birbirine karıştığı bir garip durum… Aradan geçen zamanla birlikte şimdilerde toplumca bu kültürel garabetin daha ileri aşamalarına terfi ettik. Ama ülkenin ve toplumun geleceğinden yana kaygılarımız varsa bu durumdan çıkaracağımız dersler olmalı.
Gafletin Kaynağı Başka…
Türkiye’yi yönetmeye talip olanlar veya kamunun değişik kademelerinde yönetimi elinde bulunduranlar, hâlâ sosyal göçün ve etkilerinin farkına varamadılar. Eğer varsalardı, göçün ağır sonuçlarını görüp çözümü yönünde önlemler alırlardı diye düşünüyorum. Bugün Türkiye’nin yaşadığı sorunların pek çoğunun sosyal göç ile ilgili olduğunu söylesek fazla yanılmış olmayız.
Türk müziğinin dejenerasyonu da sosyal göç ile ilgili sorunlardan bir diğeridir. Türkünün türkü, şarkının şarkı, klasik müziğin müzik olduğu bir dönemden sığ ve yüzeyselliğin ifade edildiği bir müzik türünün yaygınlığına geldik. Bir zamanlar minibüs müziği olarak kınanan tür, şimdi yaygın basının röportajlarında beğeni ve iddia konusu oluyor.
Bir süredir “Bilmem Nereli Şarkıcılar” modası var. Bozuk bir Türkçe ile bağıra çağıra kendi usullerince bir arabeskin peşindeler. Peşinde oldukları sadece müzik değil. ülkede geçim koşullarının ağırlaşmasıyla abuk subuk müzik türleri ile iştigal etmek, çabuk zengin olmanın yollarından birisi oldu. Bu ‘beyefendiler ve hanımefendiler’, hızla zengin olma sorunlarını çözmeye çalışırlarken, bu arada Türkçe’nin ve bir sanat olarak müziğin “köküne kibrit suyu dökmeye” devam ediyorlar.
Toplumda gözlediklerimiz, popüler kültürün hızla yaygınlaşmasının sonuçlarından bazıları. Aslında ülke, çok yönlü bir kültürel saldırının altında… Bir yandan yazılı ve görsel medya aracılığı ile küresel bazda saldırıya uğrarken, bir yandan da geleneksel değerlerin yozlaşması ile karşı karşıyayız. Kökeni itibariyle kendisi de yozlaşmış olan arabeski de içerecek bir biçimde kültürel karadelik, toplumun aydın veya okumamış tüm kesimlerini hızla içine çekiyor.
Eğitim sistemimizdeki yozlaşma, bu kötü gidişin üzerine “tuz biber ekiyor”. Yaşam alanlarımızda toplumu, sosyal ve kültürel anlamda destekleyecek mekanizmalar da yok. Sadece popüler kültürün hızlı ve hacimli olarak pazarlandığı mekânlar var artık. Para tuzakları olmanın ötesine geçerek, başta gençlik olmak üzere toplumun tüm kesimlerini tüketim canavarının köleleri haline getiriyor.
Bazen yaşadığımız “Bu yozlaşmanın bir U dönüşü var mı?” diye merak etmiyor değilim. Kimi zaman “Bir U dönüşü gerçekleştiğinde geleneksel değerlerimiz hâlâ yaşıyor olabilir mi?” diye soruyorum kendime. Ama kesin olan bir şey var ki; bugün bu kötü gidişin sahibi yok. Bir kayıtsızlık seline kapılmış gidiyoruz. Bizi biz yapan değerler de bu sel içinde eriyip ufalanıyor. Bu sorunlu gidişe dur diyecek bir sahibi var mı?