
Gürcan Banger
Kur Darboğazının Hatırlattıkları
ABD Dolarının ve Avronun TL karşısında rekorlar kırmaya başladığı şu günlerde gene ‘ekonomik kriz gündemine’ geri döndük. Bugün yaşanan sıkıntı ve darboğazların muhtemelen orta ve uzun vadede getirdiği –şu an göremediğimiz– başka etkileri de olacak. Her geçen gün, iş dünyasının şartlarının daha zor hale geldiğini yaşayarak öğreniyoruz. Başka ülkelerle ve pazarlarla yaşadığımız sorunların işletmelere olumsuz geri dönüşleri yükselecek ihtimaldir. Bu arada malum zorlukların bazı kaynakları arasında gelişmiş ülkelerin agresif pazar arayışları kadar bizim iş dünyası veya girişimci olarak geleneksel ataletimizin de etkisi var.
Hafif usul olsa da firmalarımızın günün ağır şartlarına ne kadar hazır olduklarını da sorgulamaya başladık. Küreselleşen rekabet koşullarında firmalarımızın yeni ekonomik konjonktüre uyum sağlayıp sağlayamayacağı, eğer uyum yönünde bir tercih yapılırsa, nasıl bir değişim – dönüşüm sürecinin gerekli olduğunu hafiften soruyoruz.
Günün iş dünyasında başarılı olmanın göstergelerinden birisinin firmaların kurumsallaşma düzeyi olduğuna hiç kuşku yok. Kurumsallaşma ve çağa uygun iş yapılanması açısından baktığımızda; firma düzeyinde hayli gerilerde olduğumuz ortada. Henüz firmalarımızın rekabet etmek için yeterli kârlılık düzeyinde, en-uygun ölçek büyüklüğünde ve verimli iş modelleri ile iş tasarımlarına sahip olduklarını söylemek mümkün değil.
Ticari ve sınai firmaların sorunları sadece kendilerinden kaynaklanmıyor. Başta kamu ve finans sektörleri olmak üzere; yarattıkları sorunları, firmaların sırtına paylaştıranların önem ve ağırlığı da oldukça büyük…
Geçmişte olduğu gibi bugün de firmalarımızın ilk sıralardaki sorunlarından birisi, finansman yetersizliği ile finansı yönetip denetlemedeki zafiyet ve eksikliklerdir. Firma ölçeği küçüldükçe finansman konusundaki sorunların firmayı etkileme düzeyi de artıyor.
Sanayide ya da ticarette firma ölçeğinin ortalama olarak çok küçük olması, finansal piyasalarda yer alan şirket sayısının da düşük olmasına neden olmaktadır. Henüz çok ortaklılık, halka açılma gibi kavramlar firma kültürü içinde yeterince sindirilmiş değildir. ülkemizde aile işletmesi oranının çok yüksek olmasına karşın, hâlâ aile anayasası kavramının bile anlaşılmamış olması, kurum kültürünün nerelerde süründüğünün net bir ifadesidir. Kurumsallaşma alanında firmalarımızın bilinçli ve girişken danışmanlık ve eğitim çalışmalarına ihtiyacı olduğu kanaatindeyim. Bu ihtiyacın farkına varılıp gerekli önlemler almadan çağın giderek vahşileşen iş koşullarında ayakta kalabilmek mümkün değil.
Firmalarımız konusunda yapılan çalışmalar, eldeki en önemli avantajların hâlâ ataerkil olmaya devam eden girişimcilik eğilimi ile halinden şikâyet etmeyen işgücü olduğu anlaşılıyor. Diğer yandan ortaklık kültürü, sermaye birleştirmeleri, kurumsal yönetim ve verimlilik konularında dedelerimizin liginde oynamaya devam ediyoruz.
Bir de; hâlâ ür-ge ile farkını öğrenemediğimiz ar-ge ve inovasyon konuları var ki; bu alanlara ayırdığımız son derece düşük bütçelerle kendimizi kandırmaya devam ediyoruz. Teknolojik gelişim ve ar-ge çalışmaları için ulusal gelirden yüzde 1’lik bir pay bile ayıramayan anlayışla bu çağı yakalamamızın kolay olmadığı anlaşılıyor. Mevcut ‘ekonomik hava durumu’ böyle devam ettiğinde bu düşük oranları bile arar mıyız diye sormak haksız sayılmaz.
Gelenekten gelen firmalarımızın bir bölümü, uygun fırsatları doğru veya ‘şanslı’ kullanarak belli bir ekonomik ölçeğe ulaşıyorlar. Gerçek durum şu ki; ekonomik büyüme ile yönetsel gelişim çoğu zaman paralel gitmiyor. Bir ticaret - sanayi devi kabul edilecek büyüklüğe ulaşmış bir firmaya baktığınızda; bir dev bedeninde adeta bir ‘minimize edilmiş kurumsal akıl’ görüyorsunuz.
Bir firma için kurumsal kültür ve yönetim anlayışı, o firmanın diğer işleri kadar önemlidir. Bu konuda yeterli çalışma yapılmazsa; bir süre sonra cüce beyni, dev bedeni yönetemez hale gelir. Ekonomik yaşamımız bu türden firmaların örnekleri ile doludur ki, bunların bazıları bugün hayatta değildir.